Şükür şöyle tarif edilir: “Şükür, ihsan ve iyiliği bilip yaymaktır.” Yani ihsan ve in’am eden zatın fazilet olarak verdiği nimet ve ihsanı, o nimetin kadir ve kıymetini bilip gizlememekle beraber insanlara yaymak, ihsan eden zatı medh-ü senâ etmektir ki, küfran ve nankörlük karşılığıdır.
Bu mâna, kul şükrünün mânâsıdır.
Şükür, Allah (c.c.) tarafından kullanılırsa, kulun güzel amellerine mükâfat edici, diye tarif olunur. Burada bahsimiz, kulun şükrü hakkındadır.
Şükür üç türlüdür:
- Kalb ile şükür, yani nimetin nimet olduğunu bilmektir.
- Dil ile şükür, yani nimeti veren zatı medh-ü senâ etmek, öğmektir.
- Sâir âza ile şükür, yani nimeti veren zâta lâyık olduğu kadar mükâfat eylemekten ibaret olup bu da beş kaide üzerinedir:
1) Nimete nâil olan kimse, nimeti veren zâta karşı alçak gönüllülük etmek.
2) Nimeti veren zâtı sevmek.
3) Verilen nimeti gizlemeyip ikrar ve itiraf etmek.
4) Nimeti veren zâtı medh-ü senâ etmek.
5) Nâil olduğu nimeti, ihsan eden zâtın hoşlanmadığı yerde kullanmamaktır.
Hazreti Cüneyd (r.a.) buyurmuşlar ki: “Nimete şükür demek, kendini ihsan olunan nimete ehil ve lâyık saymayıp o nimeti doğrudan bir ikram ve bağış olarak görmekten ibarettir.”
Ebu Osman da demiş ki: “Şükür demek, nimetin şükrünü edâ etmekten aciz ve kusurlu olduğunu bilmekten ibarettir.”
Yukarıda gösterilen beş şükür kaidesi esas olduğundan onlardan bir tanesi bulunmadığı vakit şükür yok demektir.
Şükür bahsinde pek çok açıklamalar varsa da hepsinin esası ve neticesi bu beş kaidedir.
(Kemaleddin Üstün, 54 Farz Şerhi, s. 147)