Allâhü Te‘âlâ nefisleri yarattığı zaman:

“Benim ve kendinin kim olduğunu biliyor musun?”

diye sordu. Nefs cevaben:
“Sen sensin, ben de benim!” diye cevap verdi.
Allah (c.c) nefsin cehenneme atılmasını emretti. Orada bin yıl yandı. Sonra cehennemden çıkartılarak Rabbin hu- zuruna getirildi. Rabb yine sordu:

“Ey nefs! Benim ve senin kim olduğunu öğrendin mi?”

Nefs cevap verdi: “Ben benim, sen de sensin!”
Allah (c.c) yine cehenneme atılıp bin yıl yakılmasını emir buyurdu, aynı cevabı alınca bin yıl daha yaktı ama nefs benlik davasından vazgeçmedi. Bunun üzerine Allah (c.c)’ün gıdasının kesilmesini (aç bırakılmasını) emretmesi üzerine aradan üç gün geçmedi ki, nefs feryada başlayarak: “Beni Rabbimin huzuruna çıkarın!” dedi. Cehennem ehli
bu duruma hayret etmişti. Kendi kendilerine:
“Bu ne acayip bir şeydir ki, üç bin yıl cehennemde yandığı halde “Rabbim sensin!” demeyen nefs, üç gün gıdası kesilince “Beni Rabbime götürün, bana Mevlam gerektir, başka bir şey gerekmez” demeye başladı,” diye söylenmeye başladılar. Cehennem malikleri, Allah (c.c)’a niyaz ederek:
“Ey Rabbimiz! Sen gaibleri bilirsin, üç bin yıl cehennemde yandığı halde kimseye baş eğmeyen şu nefs, şimdi üç gün aç kalınca “Beni Rabbime götürün” dedi,” dediler. Hak Teâlâ nefsin huzuruna getirilmesini emir buyurdu ve ona:

“Ey nefs! Söyle bakalım şimdi, Ben kimim, sen kimsin?”

Nefs cevap verdi: “Sen benim Mevlâmsın. Ben ise senin zayıf bir kulunum.”
Allah (c.c)’ın nefse bu şekilde muamele yapmaktan maksadı, insanlara nefsi ancak açlığın yola getireceğini ve onu kulluğa yanaştıracağını göstermektir.
(Eşrefoğlu Rûmi (k.s.), Müzekki’n-Nüfûs)