Bil ki mücâhedenin aslı ve esası, nefsi alıştığı şeylerden
kesip uzaklaştırmak ve bütün vakitlerde onu kötü arzularının
aksini yapmaya zorlamaktır. Nefsi hayırlardan alıkoyan iki sıfatı
vardır. Biri, şehvetine yani kötü arzularına dalmak, ikincisi de
taatlarden uzaklaşmaktır.
Mücâhede konusunda yüce Allâh (c.c.) şöyle buyurmuştur:
“Bizim uğrumuzda (bize ulaşmak için) mücâhede edenleri,
hiç şüphesiz biz, bize getiren yollara ulaştıracağız.
Muhakkak Allâh, iyilik sahipleriyle beraberdir.”
Serî-i Sakatî demiştir ki: “Ey gençler! Benim gibi ihtiyarlık
yaşına gelmeden önce Allâh yolunda ciddi gayret edin. Yoksa,
benim zayıf düşüp ibâdetten geri kaldığım gibi, zayıflar ve
hakkı ile ibâdet yapamazsınız.” Halbuki hazret, bunu söylediği
zaman, ibâdette hiçbir gencin kendisine ulaşamayacağı bir
durumda idi.
Hasan Kazzâz demiştir ki: “Bu tasavvuf terbiyesi üç şey
üzerine kurulmuştur:
1. İyice acıkmadan yemek yememek.
2. Uyku iyice bastırmadan uyumamak (geceyi ibâdetle geçirmek).
3. Zaruret olmadıkça konuşmamak.”
Mansûr b. Abdullah şöyle nakleder:
Ebû Ali-i Rûzbârî, “Halka âfetler üç şeyden gelmektedir.
Bunlar; Tabiatın hastalanması, âdetlere yapışmak ve kötü beraberlik”
dedi. Ben kendisine, “Tabiatın hastalığı nedir?” diye
sordum. “Haram yemektir” dedi. “Kötü âdetlere yapışmak nedir?”
diye sordum. “Harama bakmak, haram şeylerden gıda
edinmek ve gıybettir” dedi. Ben, “Kötü beraberlik nasıl olur?”
diye sordum. “Nefsinin şehveti (kötü arzuları) galeyana gelince
ona tâbi olmandır” dedi.
Ebû Osman demiştir ki: “Nefsinden herhangi bir şeyi güzel
gören kimse, onun ayıp ve kusurunu göremez. Nefsinin kusurunu
ancak, onu bütün işlerinde kusurlu bulan kimse görebilir.”
Ebû Süleyman ise şöyle der: “Ben nefsimin hiçbir şeyini güzel
görmedim ki, ondan sevap bekleyeyim.”
(İmâm-ı Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, s.251-256)