Bir topluluk Abdülmuttalib’in huzuruna geldi. Abdülmuttalib onlara; -Meselenizi anlatın, dedi. Halife Bin Anbese;
-Ey Harem’in seyyidi! Bu kadından şüpheliyim. Önce doğan çocuklarım bana benzemektedir. Ancak şimdi doğan çocuğun gözleri gök, saçı sarıdır (kızıldır). O çocuğun benden olmadığı hususunda şüphem vardır, dedi. Abdülmuttalib çocukları istedi. O iki çocuğun Halife’ye benzediğini, yeni doğanın ise benzemediğini gördü.Toplananların hepsi, yeni doğan çocuğun Halife’den olmadığı kanaatine vardılar.
Adamlarına o kadını tutmalarını ve halka da taşlayarak öldürmelerini emretti. Adamlar kadını tutmaya kastettiklerinde Hudâne feryat etti. Akrabaları bağrışmaya başladılar. Mekke şehri o gün mahşer gibi oldu. Hiç kimse daha önce böyle bir hadiseyle karşılaşmamıştı. Hudâne, adamların elinden kurtulup, Allâh Resûlü (s.a.v.)’in yanına doğru yürüdü.-Beni bırakın. O gül yüzlü mübarek çocuğun yanına varayım. Halimi ona bildireyim, dedi. -Ey nûru cihanı tutmuş olan kişi meded! dedi.
Abdülmuttalib, Halife’yi yanına çağırdı. Resûlullâh (s.a.v.) ona;-Ey Halife! O yeni doğan çocuk senindir. Hiç şüphe etme, dedi. Halife; -Ey Muhammed! Bunun için delilin nedir? Delil göster ben de sözüne inanayım ve gönlümde hiç şüphe kalmasın, dedi. Resûlullâh (s.a.v.); -Ey Halife! Sen falanca zaman, falanca gün, falan iş için sefere çıktın. O seferde şu kadar ay ve şu kadar gün kaldın. Sonra tekrar evine geldin. Hâtununa müştak oldun. Geldiğin gece helalin Hüdâne ile birlikte olmayı istedin. O esnada Hudâne hayızlı olduğundan özür sahibi idi. Sen ona yaklaşmak istedin. Hüdâne seni engelledi. “Özrüm var” dedi. Sen de nefsine uyup sözünü dinlemedin. Ona yakın oldun. Cevher hayız kanına karıştı. O kanla birlikte şehvet rahim içine döküldü. Hak Te’âlâ nutfeye karışmış olan hayız kanından dolayı çocuğu böyle kızıl saçlı yarattı.
Halife bu sözleri dinledi. Hemen Nebî (s.a.v.)’in mübarek ayağına düştü. Ağladı. -Ey Muhammed benimle helalim arasındaki hali sana kim söyledi? Bunu nasıl öğrendin? diye sordu. Nebî (s.a.v.); -Bana Allâhım bildirdi, diye cevap verdi.
(Erzurumlu Mustafa Darîr Efendi, Siyer-i Nebî , s.360-374)