Resûlullâh (s.a.v.) bir gün Safa Tepeciğine kadar gittiler. Orada, yüksekçe bir taşın üzerine çıktılar. Şehâdet parmaklarını kulaklarına tıkadılar. Yüksek sesle: “Yâ Sabâhâh! Ey Kureyş Cemâati!” diyerek seslendiler. “Kim bu seslenen?” diye sordular. “Muhammed (s.a.v.), Safa Tepesinden sesleniyor!” dediler, işitenler, gelip Peygamberimiz (s.a.v.)’in karşısında toplandılar. Gelemeyenler de, toplantının sebebini anlamak için, yerlerine adam gönderdiler. Yanına gelen Kureyşliler Peygamber (s.a.v.)’e: “Yâ Muhammed (s.a.v.)! Ne haber var?” diye sordular.
Peygamberimiz (s.a.v.): “Benimle sizin hâliniz, düşmanı görünce ailesini haberdâr etmek için koşmaya başlayan ve düşmanın kendisinden önce ailesine yetişip zarar vermesinden korkarak ‘Yâ Sabâhâh! diye bağıran bir adamın hâline benzer. Ne dersiniz? Ben, size şu dağın eteğinden veya şu vadiden, sizi yağmalamak isteyen bir takım atlıların çıkıvereceğini, yâhûd akşama, sabaha, düşman baskınına uğrayacağınızı haber verirsem, beni tasdîk eder, doğrular mısınız?” diye sordular. “Evet! Seni tasdîk eder, doğrularız! Çünkü, biz seni bütün tecrübelerimizde doğru sözlü bulduk! Sen, bizim katımızda herhangi bir suçla suçlanmış bir kişi değilsin! Hakkındaki tecrübelerimizde, sende hiçbir yalana rastlamış değiliz!” dediler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz (s.a.v.): “Öyle ise, ben sizi şiddetli bir azâb önünde inzâra, korkutup uyarmaya me-murum” EyAbdulmuttalib oğulları! Ey Abdi Menâf Oğulları! Ey Zühre Oğulları! Ey filanoğulları! Ey filanoğulları! diyerek birer birer Kureyş kabilesinin bütün ailelerine seslenip: “Yüce Allah; en yakın hısımlarımı azâb ile korkutmamı bana emretti. Sizler “Lâ ilahe illallah; Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur” demedikçe; ben size ne dünyada bir yarar, ne de âhirette bir nasîb sağlayabilirim” buyurdular.
(M. Asım Koksal, islâm Tarihi, 1.c, 264-270.S.)