İmâm-ı Kastallânî, “Mevâhib-i Ledünniye” kitâbında demiştir ki: Efendimiz (s.a.v.)’in şerefli kabrini ziyâret, yakınlıkların en ileride olanı, tâatlerin en fazla ümîd vereni ve yüksek dere- celere ulaşmanın yoludur. Kim bunun dışında bir inanç taşırsa, İslâm bağını boynundan çıkarmış; Allâh’a, Resûlü (s.a.v.)’e ve yüksek âlimler topluluğuna muhâlefette bulunmuş olur. Kadı lyâz ise şöyle demiştir: Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in kabrini ziyâret, Müslümanların sünnetlerinden olup üzerinde icmâ vardır.
Takıyyüddîn  ibn  Teymiyye,  Muhammed  (s.a.v.)’i  ziyâret için yolculuk yapmayı yasaklayan şen’î konuşmasında diyor ki: “Bu ziyâret, yakınlık değil, bil‘akis tam zıddıdır.” Eğer sen, Kastallânî ile İbni Teymiyye’nin sözlerini karşı-laştıracak olursan, bâtıl ile hakkın arasındaki farkın büyük kısmı meydana çıkar. Bu husûsta delile muhtaç olmazsın. Bunu idrâk için sana lâzım olan, şeytanın dostlarının kalblerine üflediği evham hastalıklarından zevkin selâmet bulmasıdır. Varlığın efendisi, şefaatin ve makâm-ı Mahmûd’un ve Kevser havuzunun sâhibi bulunan Resûlullâh (s.a.v.) Efendimizi ziyâret ve ondan meded dilemek sebebiyle mi, bu ziyâreti yapanları  “müşrikler”  diye  isimlendiriyor?  Bu,  dînde  gösterilen tehevvürün en çirkini ve Müslümanlar üzerine yapılan saldırmanın en şiddetlisi, Peygamberlerin Efendisi (s.a.v.)’e, diğer peygamberlere  ve  Allâh’ın  sâlih  kullarına  karşı  gösterilen cür’etkârlığın en aşırısı değil midir? Ey bu hareketler ile şu Resûl-i Zîşân (s.a.v.)’e uyduğunu zanneden  kimse,  iyi  dinle:  O  Resûl  (s.a.v.),  muvahhidlerin Efendisi  ve  müşriklerin  en  büyük  düşmanıdır.  Böyle  olduğu hâlde  O,  kâfirlere  bile  bu  aşırı  sözlerle  hitâb    etmemiştir. Bilakis güzel huy ve Allâh’ın ona ilhâm ettiği edeb ile konuş-muştur. Bu husûsta Hakk Te‘âlâ buyurmaktadır ki: “(Ey Habîbim!) Şâyed (muhal farz) kaba, katı kalbli olsaydın onlar Senin etrâfından dağılıp giderlerdi.”
(Yûsuf en-Nebhânî, Şevâhidü’l Hakk, 225-227.s.)