Asıl itibâriyle gaybı bilmek, Allâh’a mahsûstur. Allâh, kullarından dilediği kimseyi “Gayb”a muttali kılar. Nitekim bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:
“(O), gaybı bilendir. Öyle ki, gaybına kimseyi muttali kılmaz. Meğer ki râzı olduğu bir Resûl olsun.”
Resûlullâh (s.a.v.)’in birçok şeyi haber vermiş olduğu, kesinlikle bilinen husûslardandır. Buhârî ve Müslim’in sahîhlerinde, diğer hadîs kitâbları ile mu‘teber siyer kitâbla-rında bir çok şey zikredilmiş bulunmaktadır. Resûlullâh (s.a.v.) bir hadîsinde şöyle buyurmaktadır:
“Allâh’a andolsun ki ben, Rabbimin bana öğrettiğinden başkasını bilemem.”
Bu itibârla, ResûIullâh (s.a.v.)’den, gaybı haber vermesine dâir rivâyetler, başka yoldan değil, O (s.a.v.)’in peygamberliğinin sübûtuna ve risâletinin sıhhatine delâlet etmesi için ancak Allâh’ın bildirmesi ile olmaktadır. O derecede ki, bazı kimseler, birbirine derlerdi ki: “Sus! Allâh’a andolsun ki, her ne kadar bizim yanımızda onu haber verecek bir kimse bulunmuyorsa da Bathâ’nın taşları onu haber verir elbet.”
Müslim’de Ensâr’dan Amr ibn-i Ahtâb (r.a.)’den şöyle dediği rivâyet olunmaktadır: “Allâh’ın Resûlü (s.a.v.) bize sabah namâzını kıldırmıştı. Minbere çıkıp bize bir hitâbede bulundu. Tâ güneş batasıya kadar hitâbesine devâm edip kıyâmete kadar olacak şeyleri bize bir bir haber verdi. Bizim en âlimimiz, hıfzetmesi en ileri olandır.”
Şu bahs olunan şeyler, Allâh’ın bildirmesi ile, Peygamber (s.a.v.)’in, hayatında iken gaybı bildiğinin ifâdeleri olmaktadır. Vefâtından sonraki durum yine böyledir. Zîrâ Peygamber (s.a.v), diğer peygamberler gibi, kabrinde ma‘nevî bir hayat sâhibidir.
(Yûsuf en-Nebhânî, Şevâhidü’l Hakk, 233-234.s.)