Allâhü Teâlâ’nın emirlerini yaptırırken ve münkerden, kötü işlerden men ederken şeriata uygun hareket etmeli, ihtiyâtı gözetmelidir. Tecessüs etmemelidir. Çünkü Allâhü Teâlâ bunu yasaklıyor. Kimseye kötü zanda bulunmamalıdır. Müslümanların işi iyilik üzere olduğundan, bundan da men olunmuşlardır. Önce kendini şeriata uydurmalı, her sözünü ve hareketini şeriata uygun yapmalıdır ki, sözü tesirli olsun, gönüllerde yer etsin. Şerîati kendine uydurmamalıdır.
Hadîs-i şerîfte, Üsâme bin Zeyd (r.a.) rivayeti ile buyuruluyor ki, “Kıyâmet günü birini getirirler. Onu Cehenneme atın emri gelir. Bağırsakları dışarı çıkar. Merkebin dolap etrafında, dönmesi gibi, bunun etrafında döner durur. Cehennemde olanlar, kendisine, “Sen emr-i ma’rûf ve nehyi münker yapmadın mı, şimdi bu hâl nedir? Seni bu hâle düşüren nedir?” derler. “Evet, başkalarına iyiliği emrederdim, fakat kendim yapmazdım. Kötülüklerden men’ ederdim, kendim ise yapardım” cevâbını verir.” (Buharî) O halde ihtiyat etmeli, doğruyu söylemek ve ulaştırmaktan susmamalıdır. Ancak şer’î bir özrü varsa, sözünü dinlemeyeceklerse, hakkı aşağılıyacaklarsa yapmaz. Çünkü bundan bir fayda hâsıl olmaz. Aksine fesâd ve zarar doğar. Münker işleyen kimse, kafa tutar, kabûl etmezse, ya’nî şerîatin emrini beğenmezse, kâfir olur. İş böyle olunca, bu tip kimselere doğruyu ulaştırmamak lâzım olur. Bu sebebdendir ki, âlimler yazıyorlar. Emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapacak olan, doğruyu söylemekle bir fayda hâsıl olacağını, kabul edileceğini yâhud münkerin kaldırılacağını bilirse, o zaman söylemesi vâcib olur. Kabul edilmeyeceği bilinirse, söylememek vâcib olur.(Muhammed Rebhami, Riyâdü’n-Nâsihîn, s.253)