Allah-u Teâlâ’ya imandan sonra farzların en büyüğü, en mühimmi namazdır. Namaz imanın alâmetidir, kalbin nurudur, ruhun kuvvetidir. Mü’minin miracıdır. Mümin bu sayede Hakk Teâlâ’nın manevî huzuruna yükselir. Allah-u Teâlâ’ya yalvararak manevî kurbiyyete erer.
Allah (c.c.)’ın İslâm’dan önce gönderdiği hak dinlerde de namaz insanlara emrolunmuştur. Sevgili Peygamberimiz (s.a:v.) Efendimiz de ilk vahyle mükellef olmalarından itibaren namaz kılmakla emrolunmuştu. Şu anda sorumlu olduğumuz namaz ise miraç gecesinde farz olmuştur.
Namaz, Allah (c.c.)’ı tanıma ve kulluğun hakkını, ona vermenin mükemmel bir alâmetidir. İnsanın ruhunda inancı ne derece açık ve kalbinde imam ne kadar uyanık ise, işlerinin Allah (c.c.)’ın emirlerine uygunluğu da, o derecededir. Allah (c.c.) inancı kalplerde namazla canlandığından, hareketlerimizi Allah (c.c.)’ın emirlerine uyduran direkt sebep namazdır; «Gerçekten namaz kötü işten ve uygunsuzluktan alıkoyar. Muhakkak ki Allah’ı zikretmek daha büyüktür.» (Ankebut: 45)
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurur: «Kıyamet gününde kulun amelinden ilk sorguya çekileceği husus Namazdır. Namazı sağlam olursa felâh’a ermiş ve kurtulmuştur. Bozuk ise, kaybetmiş ve ziyana uğramıştır. Farz namazlardan bir şey eksik olursa Allah şöyle buyurur: (Bakın kulumun sünnet namazları var mıdır?) Ta ki onlarla farz namazdan olan eksik tamamlansın. Sonra diğer amelleri de bu şekilde değerlendirilir?» (Tirmizi)