Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.) “Namaz dinin direğidir.” buyurmuşlardır. Nasıl ki bir çadırın direği çekildiği zaman çadır ayakta duramaz ve yıkılırsa, namaz kılmayınca da kişinin dîni ayakta durmaz. Namazın bir edâsı vardır, bir de kabûlü vardır.
Namazın edâsının şartı; kişinin güzelce temizlendikten sonra abdest alması; namazın on iki farzına ve tâdîl-i erkâna riayet ederek kılmasıdır. Bunları yaptığı takdirde namaz borcu kişinin üzerinden düşmüş olur. Ulemânın beyânına göre bir namaz geçirmenin karşılığı seksen yıllık cehennem azâbıdır, Allâh (c.c.) cümlemizi muhafaza buyursun. Hâlbuki namazın kabûlünün şartı namazda Allâh (c.c.) dışında bir şeyi düşünmemektir. Bunu başarabilen kulları için Allâh (c.c.) “O mü’minler ki namazı huzur huşu içerisinde kıldılar, onlar muhakkak felâha dâhil oldular.”(Mü’minûn s.1-2) âyet-i celîlesi ile kat’î olarak felâh va’d ediyor. Bu âyet-i kerimedeki müjdeyi iyi kavramak gerekir.
Allâh (c.c.) felâha dâhil olma konusunda Âl-i İmran sûresinin sonunda “Ey îmân edenler; sabredin, sabrı tavsiye edin, Hakk Te’âlâ Hazretlerine Rabt-ı kalb edin (Cenâb-ı Haktan ayrı kalmayın, O’nu unutmayın), Allâh (c.c.)’den da korku üzere olun, umulur ki felâha dâhil olursunuz.”(Âl-i İmrân s.200) buyurarak beş tane şart saymıştır ve sonunda “umulur ki felâha dâhil olursunuz” buyurmuştur. Hâlbuki namazı huzur huşu içerisinde kılanlar için doğrudan “Muhakkak felâha dâhil oldular” buyurmuştur.
Resûlullâh (s.a.v.) “Bir kişi iftitah (başlangıç) tekbirinden namazdan selâm verinceye kadar, Allâh dışında bir şey düşünmeden, iki rek’at namaz kılarsa cennetlik olur.” buyururarak namazı hakkı ile kılabilmenin ne derece mühim ve zor olduğunu bize bildirmektedir.
(Ömer Muhammed Öztürk, Sohbetler-1, s.132-133)