Mute savaşına gidilirken takviye kuvvet istenmesi
husûsunda istişare yapılırken Abdullah b. Revâha (r.a.):
“Ey kavmim! Vallâhi, sizin şimdi istememiş olduğunuz şey,
arzulayıp elde etmek için sefere çıktığınız şehitliktir!
Biz, insanlarla, ne sayıca, ne silahça, ne de at ve süvarice
çokluk olduğumuz için değil, Allâh’ın bizi şereflendirdiği şu din
kuvvetiyle savaşıyoruz! Gidiniz, çarpışınız! Bunda muhakkak
iki iyilikten biri; ya zafer, ya da şehitlik vardır! Vallâhi, Bedir savaşı
gününde yanımızda iki at, Uhud savaşı gününde de bir
tek at bulunuyordu.Eğer bu seferimizde düşmana galip gelmek
kaderde varsa, zaten Allâh’ın ve Peygamberimizin bize va’di
de böyledir, Allâh va’dinden cayar değildir.Eğer kaderde şehitlik
varsa (şehit olur, daha önce şehit olan) kardeşlerimize böylece
Cennetlerde kavuşmuş oluruz!” dedi.
Abdullah b. Revâha’nın bu sözleri, mücahidleri cesaretlendirdi:
“Vallahi, Revâha’nın oğlu doğru söyledi!” dediler, yollarına
hızla devam ettiler.
Düşman ordularıyla yedi gün çarpıştılar. Komutanların şehid
olmasıyla Halid b. Velid (r.a.) komutan seçildi.
Gerek sayı, gerek savaş araç ve gereçleri bakımından yetmiş
seksen kat fazla güce sahip bulunan düşman orduları, her
an, umumî bir saldırıyla Müslümanları kuşatıp son neferlerine
kadar hepsini yok edebilirlerdi.
İşte, Halid b. Velid (r.a.), böyle bir avuç İslâm mücahidi için,
çok nazik ve tehlikeli bir sırada, önce İslâm mücahidlerinin savaş
düzenindeki yerlerini birbirleriyle değiştirip düşmanların
karşısına yeni şahıslar çıkarmak suretiyle takviye kuvvetleri
alındığı hissini verdirerek gözlerini yıldırdıktan, korkuttuktan,
maneviyatlarını sarstıktan ve ard arda yaptığı hücumlarla da
onları arkalarına düşmeyi göze alamayacak derecede şaşkına
çevirdikten sonra, mücahidleri, tereyağdan kıl çeker gibi, savaş
alanından geri çekmek ve İslâm’ın biricik savaş gücü ve
varlığı olan bir avuç ordusunu topluca yok olmaktan kurtarmak
becerikliliğini göstermiştir ki; bu, zafer kadar büyük ve önemli
bir başarı idi.
( İbn İshak; İbn Hişam, c. 4, s. 17; Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 760)