Ebû Hüreyre’nin (r.a.) bildirdiği Hadîs-i Şerîf’te: “Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı altıdır. Görünce selâm vermek, davet edince gitmek, nasihat isterse nasihat etmek, aksırıp elhamdülillah derse yerhamükellah demek, hasta olunca, hatırını sormak, ölünce cenazesinde bulunmak” buyuruldu. (Buhari)
Selam vermek sünnet, almak farzdır. Selam veren, hayra önce hareket ettiğinden üstün olur. Nitekim bir Hadis-i Şerif’te Resûlullah (s.a.v): “Evinden sabahleyin çıkıp, müslüman kardeşine selâm verene, Allahü Teâlâ, bir köle âzâd etmek sevabı verir.” buyurmuşlardır. (Buhari, Müslim)
3 defaya kadar aksırıp elhamdülillah diyen Müslümana, duyanın yerhamükellah demesi vaciptir. Ebû Hüreyre (r.a.)’dan naklen Nebi (s.a.v) “Sizden biriniz aksırınca Elhamdülillâh desin. Yanındaki din kardeşi veya arkadaşı da ona yerhamükellah desin. Aksıran tekrar yehdîna ve yehdîkümullah ve yuslıhu bâleküm desin” buyurmuşlardır. (Buhari)
Bir diğer hak olan davete icabet hakkında İbni Ömer (r.a.)’dan rivayetle Nebi (s.a.v): “Bir koyun paçası için davet edilseniz de gidiniz” buyurmuşlardır. (Buhari) Fakat sofrada bid’at veya münker varsa davete icabet gerekmez.
Müslümanların birbirine olan haklarından biride nasihat isteyene nasihat etmektir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir Hadîs-i Şerîf’te: “Yanında olan ilmi gizleyenin başına, yarın kıyamette Cehennem ateşinden kamçı ile vurulur” buyurmuşlardır. (Buhari) Nasihatta dikkat edilmesi gereken kısım kendisinin yapmadığını başkasına nasihat etmemektir. Allah (c.c.) Saf Suresi ikinci ve üçüncü ayetlerde ”Ey îmân edenler! Niçin yapmayacağınız şeyi söylersiniz. Kendiniz yapmadığınız şeyi söylemeyiniz; Allah katında buğz bakımından çok büyüktür” buyuruyor.
Hasta ziyaretiyle ölünün teçhiz ve teşyii işlemleri farz-ı kifayedir. Nebi (s.a.v) “Hastayı yoklayan şehid sevabına kavuşur.” buyurmuşlardır. (Buhari) Cenaze için ise Ebu Hureyre (r.a.)’dan naklen : “Bir ölünün cenaze namazını kılana bir kırat sevâb verilir. Ölünün gömülmesine kadar durursa, iki kırat sevâb verilir.” buyurmuşlardır. (Buhari)
(Muhammed Rebhami, Riyad’ün-Nasihin s. 232-245)