Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm Efendimiz Hazretleri buyurmuşlar ki:
– Dünyâda cenâzenin yürüdüğünü görmek isterseniz, Ebû Bekri’s-Sıddîk Hazretlerine bakınız. Mâ-sivâ’dan tamamen geçerek meyyit gibi olmuştur. Ölmeden evvel ölünüz! sırrı da budur.
Kur’an-ı Kerim’de zikri geçen mü’minden maksad mü’min-i kâmildir, evliyaullâh hazerâtıdır.
Mü’minlerin kalbi, Arşu’r-Rahmân’dır. Cenâb-ı Hakk Ben yere ve göğe sığmam, mü’minin kalbine sığarım, buyurmuştur ki, Cenâb-ı Hakk’ın buyurduğu mü’min kalbi Arşu’r-Rahmân olan evliyâullâh kalbidir. Arşu’r-Rahmân da bütün semâvâtı içine alır.
Zâhiren görünen a‘zâların her biri bir vazîfe ile muvazzaftır. Göz, görmek; kulak işitmek, ayak yürümek içindir. Bütün a‘zâların bir vazîfesi vardır. Kalbin vazîfesi de muhabbettir. Muhabbet ise Cenâb-ı Allâh’a mahsustur. İnsan el, ayak ve göz ile vezâif-i lâzimesini îfâ ettiği gibi kalb de vazîfesini icrâ eder. Kalbin Cenâb-ı Hakk’a muhabbet etmesi, sâir ticâret ve meşguliyetlere mâni teşkil etmez. Arşu’r-Rahmân olan evliyâullâh’ın kalbinde muhabbetullâhtan başka muhabbet yer almaz.
Zikir, ma‘nevî gıda olup, yemek yemek gibidir. Bir sâlik (dersli kişi) zarfının vüs‘atı nisbetinde (kapasitesi ölçüsünde) zikretmelidir. Fazla zikreder, kalbinde fazla ateş olursa mahzurdan sâlim olamaz. Her ne kadar çok lezzetini duyar ve bir takım zuhûrâtı olur ise de bunlara iltifat etmemelidir. Füyûzâtın mihengi yalnız şerîattır. Şerîatı sevenler ve icrâ edenler, tarîkatten feyz almışlar, demektir. Değilse, hayır.
Hazret-i Allâh muînimiz olsun, âmin.
(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (k.s.), Musâhabe, 6.c., 141.s.)