Abbâs bin Fazl (R.A.) tarîkiyle gelen bir rivâyetle Meymûn bin Mihrân (R.A.)’ın şöyle dediği rivâyet edilir:
Ömer bin Abdülazîz (R.A.), her ay iki def’a kendilerine uğramamı emretti. Bir gün gittiğimde kendisine âid mahfûz bir yerin üst katından benim geldiğimi görmüş ve içeri girmem için izin vermişti ve ben de olduğum gibi içeri girdim. Bir minder üzerine oturmuş, gömleğini yamıyordu. Bana ısrâr edip beni sevdiği bir şeyin üzerine oturttu. Bundan sonra bana, emirlerimizi, zaptiyelerimizin işlerini, kethüdâlarımızı, zindânlarımızı ve âdetlerimizi tek tek sordu. Yanından çıkmağa hazırlandığımda, dedim ki:
“-Yâ Emîre’l-Mü’minîn, bu gördüğüm iş için (entârini yamamak için) âilende yardımcı bir kimse yok mudur?” şöyle dedi:
“-Ey Meymûn, dünyâdan bize ulaşan kadarı yeter. Biz bugün burada; yarın başka bir yerde oluruz.” Daha sonra huzûrundan çıktım.
Ebû Mansûr Abdullâh Ferâizî Semerkandî (R.H.), Katâde (R.A.)’ın: “Onlardan biri kız çocuğu ile müjdelendiğinde, öfkelenir; yüzü kapkara kesilir.” (Nahl S:58) Âyet-i Kerîmesi’ni okuyup şöyle dediğini rivâyet etti: “Bu, Arab müşriklerinin yaptığıdır. Allâh-ü Teâlâ, o müjde ile onların ne hâle geldiklerini bize haber veriyor.
Mü’mine gelince o, Allâh’ın taksîm ve takdîrine râzı olur. Zîrâ Allâh’ın hükmü, kulun kendi nefsi için verdiği hükümden daha hayırlıdır.
Ey âdemoğlu! Hoş görmediğin, Allâh’ın senin hakkındaki hükmü; kendinin hoş gördüğü ve kendinin kendine verdiği hükümden daha iyidir. Allâh’a karşı takvâ sâhibi ol, O’nun hükmüne râzı ol.”
(Fakîh Ebû’l-Leys Semerkandî (R.H.) Tenbîhü’l-Gâfilîn, S. 720-721)