Padişah, o gün iyi bir ata binip, zırhını giyindi ve sırtında oku ve belinde yayı ile hareket etti. Rumeli askerinin yanına vardığında, şahane sözlerle askeri teşci ettikten sonra ellerini açarak Yüce Allâh’a:
“İlahi güç ve kudret senin; İlahi tasarruf ve nusret senin; İlahi lütuf ve inayet senin; İlahi kerem ve mürüvvet ve himayet senin; bir bölük ümmet-i Muhammed fukarasını yerindirme (üzme); ve bir nice kavi düşmanları sevindirme” diye dua etti. Gözlerinden yaşlar gelmekteydi. Askerler büyük bir iştiyakla “Âmin!” diyerek seslendiler. Padişahın bu hâli ve duası binlerce kahramanı ağlattı. Ordu öylesine bir heyacana kapılmıştı ki yerlere kapanıyor ve Padişahın uğruna canlarını feda edeceklerine yemin ediyordu.
Bu duadan sonra Rumeli askerleri ileri yürüdü ve Padişah da ağır bir yürüyüşle bunları takip etti. Mohaç Ovası’nı gören bir tepeye geldiler. Ovayı çevreleyen Tuna Nehri, deniz gibi yayılmıştı. Bu nehrin kenarında Macar askerleri, çadırlı ordugâh kurmuş bulunuyor ve kara bir bulut gibi görünüyordu.
Macarların hücuma geçtiği haberi üzerine “La havle vela kuvvete illa billah” (Ya Rabbi bütün güç ve kudret senindir. Asker-i Muhammediyeye nusretini eriştir) diyen Padişah, İbrahim Paşa’yı Rumeli kuvvetleri ile ilk safta bu hücumu karşılamaya memur etti. Bundan sonra Türk ve Macar süvarileri arasında şiddetli çarpışmalar başladı.
Savaş başlayalı daha iki saat olmuştu. Macar ve müttefik askerlerinin kimisi keskin kılıca yem olmuş, kimisi esir edilip zincire vurulmuş, binlercesi de kaçış yolunda Kral Köprüsü denilen mevkide yollarını şaşırıp bataklığa saplanıp canlarını yitirmişlerdi. Kesin bir imha savaşı neticesinde Macarlardan yirmi bin piyade ve dört bin süvari maktûl düştü.
(Ahmet Şimşirgil, Kayı IV, s.51-54)