(Muhammed Zâhid El-Kevserî)
Hatîb-i Bağdâdî, İbn-i Kerâme’ye dayandırarak, Târih-i Bağdâdî adlı eserinde (14/247) demiştir ki: “Biz bir gün Vekî’nin yanındaydık. Adamın biri Vekî’ye “Ebû Hanîfe’nin hata ettiğini” söyledi. Vekî cevâben: “Kıyâsta Ebû Yûsuf ve Züfer; Hadîs hıfzında İbn-i Ebû Zâide, Hafs bin Gıyâs, Hibbân ve Mendel; Arab Dili’nde Kâsım bin Maan; Zühd ve takvâda Dâvûd-i Tâî ve Fudayl gibi zâtlar yanındayken Ebû Hanîfe, nasıl olur da hata edebilir? Meclisinde ve çevresinde böyle zâtlar varken bir kimsenin hata yapması düşünülemez. Çünkü hata yapacak olsa hemen bu zâtlar, Ebû Hanîfe’yi hatasından çevirirler.” demiştir.
Mezhebler, işte böyle sağlam temeller üzerine oturtulmuştur… Pekiyi son zamanlarda liderlik sevdasıyla biri ortaya çıkar da mezkûr müctehidler’in ictihâdları’nın yerine kendi ictihâdlarını ikâme edip insanları, mezhebleri bırakmağa çağırır ve mezhebler’in bağlılarını şaşkınlık içinde bırakmaktan ve gösteriş budalalığından öte bir esâsa dayanmayan kendi imâmlığını (müctehidliğini), mezhebsizlik üzerine oturtmağa çalışırsa eğer; siz, kendini böyle bir vesveseye ve kuruntuya kaptıran birine ne dersiniz? Böyle birine, ya deli teşhîsi konulmuş; fakat tımârhâneye götürülmemekle hata edilmiş bir mecnûn dersiniz.
Bir müddetten beri, bazılarından buna benzer na’ralar duymağa başladık. Bunlar, akıllarınca müctehid imâmlar’ın ictihâdları’nı ortadan kaldırmağa yönelik olarak Şer’î sâhalarda ictihâd’a yelteniyorlar. Bu kuruntularına kulak asmadan önce, bana kalırsa, bunların akıllarından bir zorlarının olup olmadığı husûsunda bir tıp doktoruna muâyene ettirilmeleri gerekir. Kendilerinde birazcık akıl bulunduğu tesbît edildiği takdîrde bunların İslâm ümmeti’ni, dîn ve dünya işlerinde parçalamağa yönelik hedefler peşinde koştukları ve üzerlerine İslâm güneşi doğduğundan beri, aralarında devâm eden bir kardeşlik döneminden sonra bu ümmet’i birbiriyle didişmeğe ve boğazlaşmağa sevk edecek mel’ûnca gâyeler güttükleri ve bu dîn’in düşmanlarından oldukları kesinkes ortaya çıkar.
(Saîd Ramazân El-Bûtî, Mezhebsizlik islâm Şerîatını Tehdîd Eden En Tehlikeli Bid’attir.)
 
Tahâvi ve diğerlerinin de dedikleri gibi, Ebû Hanîfe, bu zâtların ilimlerini Fıkıh, Hadîs, Kur’ân ve Arabî ilimlerde derin bilgi sâhibi talebeleri arasında kırk fakîh’ten oluşan fakîhler meclisinde en seçkin arkadaşlarıyla enine boyuna tartıştıktan sonra tedvîn ve tanzîm yoluna gitmiştir. Kendi mezhebi’nden olmayan Muhammed bin İshak en-Nedîm, İmâm-ı A’zam hakında şöyle söylüyor: “Karada ve denizde, doğuda ve batıda, uzak ve yakında ilim nâmında ne varsa hepsini O tedvîn etmiştir.” İmâm-ı Şâfiî (r.a.) ise: “İnsanlar, fıkıhta Ebû Hanîfe”nin ıyâlidir.” demiştir. Sonra fıkıh, O’nun arkadaşlarının elleriyle olgunlaşmış olup, ıslâh ve tashîh için söylenecek herhangi bir şey bırakmamışlardır. Allâh, hepsinden râzı olsun.
Bilâhere Şâfiî (r.a.) gelmiş, iki kaynağın, suyunu birleştirmiştir ve Müslim bin Hâlid gibi Mekkeli hocalardan, ki Müslim bin Hâlid ilmi, İbn-i Cüreyc’den, O da Atâ’dan O da İbn-i Abbâs (r.a.)’den almıştır, devşirdiklerini de üzerine ilâve etmiştir. Şâfiî (r.a.)’in akadaşları, arkadaşlarının arkadaşları, doğu ve batıyı tutmuş ve yeryüzünü ilim ve irfânla doldurmuşlardır. O’nun ve arkadaşlarının ilim ve irfânları sâyesinde Mısır halkı en yüksek bilgi seviyesine ulaşmıştır. Ömrünün son yıllarında Şâfiî (r.a.), Mısır’a yerleşerek yeni mezhebi’ni Ora’da neşretmiş ve Oraya da defnolunmuştur. Allâh kendisinden ve arkadaşlarından râzı olsun.Basîretli ve akl-ı selîm sâhibi bir Müslüman, mezhebsizlik propagandalarına, aslâ kanmaz. Evet, böyle bir Müslüman’ın Tâbiîn Devri’nden beri bu Dîn’in usûl ve fürû’unu Efendimiz (s.a.v.)’den tevârüs ettikleri gibi muhâfaza eden müctehid imâmlar’ın etrafından ayrılmağa çağıran bir na’râ işittiğinde, yâhûd kulağına mezhebler’den birine yönelik bir saldırıda, mutlakâ bu meş’ûm sesin çıkış yerini araştırmalı, bu fitne yuvasını muhakkak keşfetmelidir. Bu sesin, Müslümanlar’ın dert ve sıkıntılarıyla ilgilenmeyenlerle sarmaş dolaş olduğunu ve fazîlet sâhibi her eskiye düşman olduğunu görecektir. İslâmî ilimleri’ni, hakkıyla okuyan samîmî bir Müslüman’dan böyle meş’ûm bir ses duyulmaz. Bu ses, olsa olsa, İslâmî ilimleri bilmeyen veyâ üstün körü bile okumamış ve kendi emellerine âlet edecek kadar bir şeyler öğrenmiş sahte bir müslümandan yükselebilir.
(Saîd Ramazân El-Bûtî, Mezhebsizlik İslâm Şerîatını Tehdîd Eden En Tehlikeli Bid’attir.)