“Allâh’ın mescidlerini, ancak Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden, namazı gereği gibi kılan, zekâtı veren ve Allâh’tan başkasından da korkmayanlar îmâr ederler. İşte onların, doğru yola ulaşmış olmaları umulur.” (Tevbe s. 18) Buradaki “mescidler” ifâdesi, hem Mescid-i Haram’ı, hem de diğer mescidleri kapsar. Bir tek olan Allâh’a îmânın içerisinde, Peygamber (s.a.v.)’e îmân da yer almaktadır. Âhiret gününün kapsamında; öldükten sonra diriltilmek, hesap vermek ve ceza görmek, ya da mükâfat elde etmek de vardır.
Farz olan zekâtı da, gönül rızâsıyla vermek gerekir. Âyette zekât, namazla birlikte anlatılmıştır. Çünkü, bunların biri olmadan, diğeri kabul edilmez. İşte, bütün bu ilmî ve amelî özellikleri kendisinde toplayan kimse, mescidleri de tamir edebilir.
Ayrıca bu kimse, Allâh’tan başka hiçbir şeyden de korkmaz. Kınayanın kınamasından ve zâlimin zulmünden çekinmez. İşte bu niteliklere sahip kimseler, cennetteki isteklerine ve oradaki yüceliklere ulaşırlar. Bu güzel sıfatlara ulaşmalarının anlatılmış olması, inkarcıların amellerinin fayda vermeyeceğini belirtmek ve inkarcıları azarlayarak, kendilerinin doğruluğa erişmediklerini anlatmak içindir. Çünkü inkarcılar, kendilerinin güzel şeyler yaptıklarını sanıyorlardı. Mü’minler bile, kendilerinde bu güzel vasıfların bulunmasına rağmen, “belki, umulur ki” gibi ümit belirten kelimeler kullanılmak sûretiyle ifâde edilmişlerdir. Mü’minlerin durumu böyle olursa, bozgunculuk yapan inkarcıların durumu ne olacaktır acaba?
“Mescidin altına ilk defa hasır döşeyen, Hz. Ömer (r.a.)’dir. Daha önce burası küçük çakıl taşlarıyla döşeliydi.” Mescitlere kandil asmak, mum yakıp onları aydınlatmak da tamir sayılır. Mescide ilk olarak kandil takan yine Hz. Ömer (r.a.)’dir. Ubey b. Kâ‘b (r.a.)’in etrafına, terâvih namazı kılmak için insanlar toplandığında, Hz. Ömer (r.a.) oraya kandil asmıştı. Hz. Alî (k.v.) bunu parlar halde her gördüğünde: “Ey Hattab’ın Oğlu! Mescitlerimizi aydınlattın. Allâh (c.c.) de senin kabrini aydınlatsın” diye duâ edermiş.
(İsmâil Hakkı Bursevî (k.s.), Rûhu’l-beyân Tefsîri, 3.c. 400.s.)