Şükür şu esaslarla olur:
1-) Fırkai Naciye’nin görüşlerinin gerektirdiği şekilde akideyi düzeltmek.
2-) Dînî hükümleri ehl-i sünnet müçtehitlerinin açıklamaları doğrultusunda yerine getirmek.
3-) Ehl-i sünnet tasavvuf ehlinin (Ehli Sünnet ve’l Cemaatin) yöntemlerine uygun olarak nefsi tezkiye ve tasfiye etmek. (Mektup 71)
Helalin, haramın, şüphelinin, müstehapların, vaciplerin, sünnetlerin ve farzların hükümlerini öğrendikten ve bu ameli ve itikadî iki kanadı edindikten sonra, ilahi yardım da olursa hakikat âlemine doğru uçmak mümkün olur. (Mektup 94)
Abdullah bin Mübarek (r.h.)’e : “Muaviye (r.a.) mi daha üstün, Ömer bin Abdülaziz mi?” diye sorulunca o da : “Vallahi, Muaviye’(r.a.)’in atının burnuna kaçan toz zerresi Ömer bin Abdülaziz’den şu kadar daha üstündür.” demiştir.
Sahabe arasındaki savaş, nefsani değildir. Hz. Ali (r.a.) haklı, muhalifleri haksız idi. (Ancak) Bu hata içtihadi bir hata olup sahibini fasık yapmaz. (Mektup 54)
“İnsanlar Resulullah’dan (s.a.v.) sonra zora düştü ve gök kubbenin altında Hz. Ebubekir (r.a.)’den daha hayırlı birini bulamadılar ve onu başlarına halife seçtiler.”
“Biz Peygamber (s.a.v) döneminde hiçbir kimseyi Ebubekir (r.a.)’e denk saymazdık.” (İbn Ömer (r.a.)) (Mektup 245)
“Dört halifenin de eşit olduğunu söyleyen ve aralarında bir üstünlük görmenin fuzuli bir iş olduğunu söyleyen kimsenin kendisi fuzulidir.” (Mektup 266)
“Şüphesiz bu (Peygamberimiz (s.a.v.) ile) sohbeti sebebiyle Hz. Muaviye (r.a.)’in hatası bunların sevabından daha hayırlı, Amr bin As (r.a.)’in yanılması bunların bilinçli yaptıkları işten daha üstün olmuştur. Çünkü Resulullah (s.a.v.)’i görmek, melek ve vahye şahit olmak ve mucizelere tanıklık etmekle bu ulu insanların imanı olmuştur. (Mektup 120)
(İmam Rabbani, Mektubat-ı Şerife)