Ebu’d-Derdâ (r.a.) Şam’da ve Selmân-ı Fârisî (r.a.) Irak’ta sâkin olmalarıyla, Ebu’d-Derdâ (r.a.) Selmân (r.a.)’a şu mektubu göndermişti: “Emmâ ba’d; ez hamd-i Hudâ arz olunur ki Hak Celle ve Alâ sizden sonra beni mal ve evlâd ile merzûk kıldı. Ve ben Arz-ı Mukades’te (Şam’da) bulunuyorum!”
Selmân-ı Fârisî (r.a.) ona cevap yazdılar:
“Ba’de’s-selâm şu vecihle arz-ı merâm olunur ki:
Mal ve evlatça merzûk olduğunuzu yazmışsınız. Biliniz ki, hayır ve fazîlet mâl ve evlad çokluğu ile değildir. Asıl fazîlet senin yumuşak huylu olman, ilmin dahî sana faydalı olmasıdır. Arz-ı Mukaddes’te bulunduğunuzu yazmışsınız. Muhakkaktır ki, arzın hiçbir kimseye bir hüküm ve te’siri olamaz. Sen hemen Cenâb-ı Hakk’ı görür gibi âmil olarak nefsini mevtâdan addeyle, kendine vücûd verme!” (Efendimiz (s.a.v.)’in Yemen ve Şam’a duâ etmesinden ötürü Ebu’d-Derdâ (r.a.) Şam için arz-ı mukaddes demiştir.)
Hz. Selmân (r.a.):
“Kardeşim şunu kat’î olarak bilmelisin ki yerin insan üzerinde te’sir icrâ kudreti yoktur” demiştir.
Yâni Hz. Selmân (r.a.); “Eğer sen o yaşadığın yeri Resûlullah (s.a.v.) medhetti diyerek üstün tutar, bunun bilinciyle orada yaşarsan mesele yok. Yoksa durup dururken Şam’ın sana bir te’siri olmaz.” demek istenmiştir.
Medîne’de oturan da öyledir. Eğer; “Burası Resûlullah’ın (s.a.v.) hicret ettiği beldedir, kendilerinin mübârek vücutlarının bulunduğu yerdir ve burada sahabîler yaşamıştır, şu bastığım yerlere Efendimiz (s.a.v.)’in mübârek ayağı veya bir sahabînin ayağı basmış olabilir.” diyerek, o mânâda yaşarsan o zaman Medîne’den istifâde edersin.Yok eğer, kendi memleketinde yaşadığın gibi Medîne’de yaşarsan Medîne’nin sana bir te’siri olmaz.
(Ömer Muhammed Öztürk, Sohbetler 3, s.24)