Fetâ hiç bir kimseye düşman olmayan kimsedir. Bahâdır, dilâver, babacan, kahraman, cesur, yürekli, cömert mânalarına gelir. Bu tarz harekete fütüvvet, bu harekete mensup olanlara ehl-i fütüvvet denir.
Fetâ, putu kıran kimsedir. Allah Teâlâ: «Adı İbrahim olan bir fetânın onlara nasihat ettiğini işittik», «O putları paramparça etmişti». (Enbiya, 58/60) buyurmuştur. Bir kimsenin nefsi onun putudur. Hakiki fetâ (yiğit ve kahraman) nefsinin hevâ ve hevesine muhalefet eden kimsedir.
Muhammed b. Ali Tirmizi (r.a.), «Fütüvvet, evinde devamlı ikâmet eden biri ile iğreti oturan birini müsavi görmektir», der. (Yani aylarca, hatta yıllarca evinde misafir olan birine evine yeni gelen bir misafir gibi davranmandır).
Sûfîlerden birine fütüvvet nedir diye soruldu. O da:´ Kulun, sofrasında yemek yiyen velî ile kâfir arasında fark görmemesidir, diye cevap verdi. (Rabbinin rızâsında öyle fâni olmalıdır ki, sofrasında bulunan sadık ile zındık arasında mevcut olan farkı görmemelidir) .
Ulemâdan birinin şunu anlattığını işitmiştim: “Mecusinin biri İbrahim Halil’e (a.s.) misafir olmak istediğini bildirdi. İbrahim (a.s.), «Müslüman olman şartı ile kabul», dedi. Bunun üzerine Mecusî oradan ayrıldı ve yoluna devam etti. Bu hadise üzerine İbrahim’e (a.s.) şöyle bir vahiy geldi: «Ey İbrahim! Kâfir olmasına rağmen biz bu zındığa elli sene var ki rızık veriyoruz, dinini değiştirmesini talep etmiyoruz. sen ona bir yemek yedirmeyi çok mu gördün.» Bunun üzerine Hz. İbrahim (a.s.) arkasından koşup o Mecusiye yetişti ve Allah’tan (c.c.) gelen vahyi bildirerek misafiri olmasını rica etti. Geri dönen Mecusî müslüman oldu ve ‘ne hoş bir Rab, düşmanı için dostunu azarlıyor.’ dedi.
(İmâm Kuşeyri, Kuşeyri Risalesi, s.440-442)