“Eğer peşinden gittiğin zâtın söylediği söz, fiil ve davranışları; Resûlullah (s.a.v)’a uyuyorsa doğru, uymuyorsa yanlıştır. ‘Benim şeyhim, önderim, ağabeyim çok büyük bir zâttır. Bir bildiği vardır. Ma’nen çok büyüktür, şöyle kerâmetleri görülmüştür, işte şunun için yapmıştır.’ gibi zorlama yorumlara girmeden söylenecek tek söz: “Bizim için tek bir ölçü ve dünya-âhiret kurtuluş reçetesi vardır; o da Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in Şerîat-ı Garrâ-i Muhammediyesi’dir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in sünnetine uyan her şey doğrudur, haktır, gerçektir. O (s.a.v.)’e uymayan her şey de her ne sebeple yapılırsa yapılsın yanlıştır, bâtıldır. Müslüman, karşısına gelen hâdiseyi, sünnet aynasına tutacak. Eğer orada yer buluyor, o aynaya uyuyor ise alacak, uymuyorsa kabûl etmeyecek, reddedecektir.”
Bu konuda Ahmed er-Rufai (k.s.) de şöyle buyurmuştur: Efendiler! Mânevî derece ve mertebeleri iyi belleyiniz, öğreniniz. Aşırılıktan, taşkınlıktan kaçınınız. Herkesi kendi makamında tutunuz; insanların en fazîletlisi, şereflisi peygamberlerdir. Salat-ü selam onlara olsun. Peygamberlerin de en üstünü, Nebîmiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. (Peygamberlerden) sonra da yaratıkların en meziyyetlileri onun yakınları ve sahâbeleridir. Sonra da, çağların en hayırlılarından birinde yaşamış olan tâbiînlerdir. Bu hususta özet (olarak bileceğiniz) budur. Kur’ân ve sünnete sarılınız. Kendi görüşünüze itibar etmeyiniz. Helak olanlar, perişan olanlar, kendi görüşlerine uymaları sebebiyle helak olmuşlardır.”
Tasavvuf konusunda şerîat ve hükümlerinin değerini bilmeyen, şerîat ile amel etmeyen kişiden yüz çevirmek lâzımdır. Çünkü o kısırdır.
Mânevîyattan yoksun ve irşad derecesine yükselmeyen “müteşeyyih” (sahte şeyhe) bağlanan müritlerin çalışmaları da sonuçsuz kalmaya mahkûmdur.
(www.dintahripcileri.com)