Abdullâh bin Zeyd’in Abdullâh bin Ömer’den (r.a.) bildirdiği hadîs-i şerîfte: “Benî İsrail yetmiş bir fırkaya ayrıldı. Bunlardan biri hâriç hepsi Cehennemdedir. O fırka, Fırka-i Nâciyedir. (Kurtuluş fırkasıdır) Yakında benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılır. Bunlardan biri hâriç, hepsi Cehennemdedir. O bir fırka, Fırka-i Nâciyedir”, buyurduğunda, orada bulunan Ashâb (r.a.e.) tarafından: “Yâ Resûlâllah (s.a.v.), ümmetinden kurtuluş fırkası olan bir fırka kimlerdir”, diye sorulan suâle: “O kurtuluş fırkası, ben ve benim ashâbımın bulunduğu hâl ve îtikad üzere bulunandır” buyurmuştur.
İşte o az bir cemâat kurtuluş fırkasıdır. Allâhü Te’âlâ bu dîn-i mübîni onların sebebiyle korumuştur. Nitekim Urve’nin Abdullâh bin Ömer’den (r.a.) bildirdiği Hadîs-i Şerifte: “Allâhü Te’âlâ, ilmi, insanlara inayet ve ihsân buyurduktan sonra, ilmi insanların sadırlarından, kalblerinden söküp almaz. Ancak âlim giderse, ilim de gider.
Bunun için her ne zamân bir âlim bu dünyadan gitse, onunla bulunan ilim de beraber gider. Hattâ bilmeyenler ve insanların câhilleri geride kalıp, hem kendileri dalâlete düşerler, hem de insanları yoldan çıkarırlar”, buyuruldu. Hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
“Din ve îman sahibleri, yılanın yuvasına ve deliğine çekilmesi gibi, elbette Hicaz’a ve Medîne-i Münevvere’ye sığınır ve toplanırlar. Din ve îman sâhibleri, geyiklerin sarp dağlara kaçıp, barındıkları gibi, elbette Hicaz’a ve Medîne-i Münevvere’ye çekilip barınırlar. İslâm dîni garîb olarak başlayıp, yayıldığı gibi, yakın zamânda da, garîb olarak döner. O zamân müjde ve saadet garîb olanlar içindir”, buyuruldu. Bunun üzerine yâ Resûlâllah (s.a.v.), garîbler kimlerdir? diye sorulan suâle:
“Benden sonra, benim sünnetimden (şerîatimden) insanların bozduğu şeyleri düzeltenlerdir” cevâbını verdi.
(Abdulkâdir-i Geylânî, Gunyetü’t Tâlibîn, 122-123.s.)