İnsan, Yüce Mevlâ’nın en mükerrem yaratığıdır. Bütün ihtişamıyla dünya da, onun yararlanması için yaratılmıştır. Yüce Allâh (c.c.), insana akıl vermiş, irâde ve güç vermiş, sınırlı da olsa dünyada bir yaşama süresi takdir etmiştir. Bu süre içinde dünyayı da onun emir ve hizmetine sunmuştur.

Yeryüzünde hayatın başladığı andan itibaren düzenin devamı, insanın huzur ve mutluluğu ve hayatın ahenkle sürmesi için de sürekli peygamberler ve kitaplar göndermiştir.

Böylece en mükerrem varlık olan insanın, yaratıcısı ile olan bağını hiç kesmemiş, verdiği bunca nimet ve lütfunun yanında hidâyet yolunu da göstermiştir. Dünyada ve âhirette mutluluğa giden yolu açmış, aydınlatmış, felâketten ve ebedî azaptan da îkaz edip sakındırmıştır.

Yüce Allâh (c.c.), son Peygamberi (s.a.v.)’in şahsında bütün insanlığa lütfeylediği İslâm ile, hidâyet yolunu göstermiş, ebedî felâketten insanlığı bir defa daha îkaz etmiş, kıyamete kadar devam edecek ve hayatın her şubesini tanzim edecek olan mükemmel bir nizamın ana ilkelerini ortaya koymuştur.

Şüphe yok ki bu dinin en önemli kaynağı, lafzı ve manası ilâhî olan ve bu yönüyle yeryüzünde başka hiçbir eserde bulunmayan bir kudsiyete sahip olan, kendisinde en küçük bir hatanın bulunmadığı, Allâh (c.c.) tarafından garanti edilen Kur’ân ı Kerîm’dir. O, sahip olduğu genel hüküm ve prensipleriyle kıyamete kadar sürecek olan hayatı bütün yönüyle kucaklar, her zaman ve mekânın problemlerine çözüm getirmeyi amaçlayan genel ilkeler koyar.

Kur’ân ı Kerîm, şüphesiz ki her meseleyi tek tek ele almaz. Teferruatla uğraşmaz. O, daha çok genel prensipler koyar. İşte Kur’ân’ın ele almadığı konulara ışık tutacak, O’nun genel prensiplerini açıklayacak ve O’nda olmayan hususları ortaya koyacak olan da Allâh’ın Resûlü (s.a.v.)’dir. Öyleyse İslâm dininin ikinci kaynağı da Resûlullah (s.a.v.)’in sünneti ve hadîsleridir.

(İbnu’l-Esîr El-Cezerî, Camiu’l-usul)