Âyet-i kerîmede: “Senin şânını ve ününü yüceltmedik mi?” (İnşirâh s. 4) buyrulmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.)’in şânının yüce oluşunun bir delîli de O (s.a.v.)’in adının, Allâh (c.c.)’un adını takip etmesidir. Kelime-i Tevhid’de bu açıkça görülmektedir. “Lâ ilâhe illallâh” denildikten sonra “Muhammedun Resûlullâh” denir ki bu şeref, her türlü şerefin üstündedir.
Günde beş vakit okunan ezân da Peygamberimiz (s.a.v.)’in şânının yüceliğini her yerde ilân eder.
Hz. Ömer (r.a.) demiştir ki: “Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Âdem (a.s.), Cennet’te malûm hatayı işlediği zaman, “Yâ Rabbi! Beni, has kulun Muhammed (s.a.v.) hürmetine bağışla!” diye duâ etti. Allâh (c.c.) da kendisine: “Yâ Âdem, Muhammed’i nasıl tanıdın?” diye sordu. Âdem (a.s.) şöyle cevap verdi: *“Yâ Rabbi! Sen beni yarattığın ve ruhundan bana üflediğin zaman, başımı kaldırıp yukarı bakmıştım, işte o sırada Arş’ın sütunları üzerinde: “Lâ ilahe illallâh, Muhammedün Resûlullâh” diye yazılı olduğunu gördüm. Bildim ki sen, kendi adının yanına ancak en sevgili kulunun ismini koyarsın.” Bunun üzerine Cenâb-ı Hâkk: *“Evet yâ Âdem, doğru söyledin. Eğer Muhammed olmasaydı, ben seni yaratmazdım…” buyurdu. (Hâkim)
Cenâb-ı Hâkk, bazı peygamberleri kendi isimleriyle isimlendirmiştir. Meselâ Hz. İbrâhim (a.s.), “Halîm”; Hz. Mûsâ (a.s.), “Kerîm”; Hz. Yûsuf (a.s.), “Hafîz” olarak isimlendirilmişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.v.) dışındaki peygamberler, bu İlâhî isimlerden sâdece bir veya ikisiyle anılırken, Resûlullâh (s.a.v.)’in bunlardan otuz kadarıyla anıldığı Kur’ân’da görülmektedir. Ancak Cenâb-ı Hâkk, hiçbir peygamberi, kendine âit olan “Raûf” ve Rahîm” isimleriyle anmamış; yalnızca Resûlullâh (s.a.v.)’i bu iki isimle adlandırmıştır.
“And olsun size kendinizden öyle bir Resûl gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. Çünkü O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkâtlidir, merhâmetlidir. (Raûf ve Rahîmdir).” (Tevbe s. 128)
(Hâkk Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar, s.44)