Bu dört mezheb imâmlarının tek amacı Kur’ân ve sünneti
açıklamaktır. Mezheb imâmlarından hiçbirisi, kendisini
herhangi bir kanun koyucu olarak görmemiştir. Gerçek
kanun koyan, helâl ve haramı açıklayan Allâhü Te‘âlâ’dır.
Bu kanunları insanlara tebliğ eden ve açıklayan Allâh’ın
Resûlü (s.a.v.) Efendimizdir. Mezheb imâmları da kendilerinden
sonra kimsenin ulaşamayacağı bir vukufiyetle
Kur’ân ve sünneti açıkladıkları için onlara tâbi oluruz. Nitekim
İmâm-ı ‘zam’dan sonra kimseye 4000 kişiden ders
almak, İmâm Ahmed b. Hanbel’den sonra da kimseye 1
milyon hadîs ezberlemek nasîb olmamıştır.
Bunlar; “Görüşüm, sahîh hâdise muhalif düşerse, hadîs
mezhebimdir. Sahîh hâdise karşı, sözümü duvara çalın.”
gibi sözlerle, hükümlerde mutlaka ana kaynaklara bağlılıklarını
ifade ederler. Onların bu ifadeleri, güvenilir kaynaklarda
zikredilmektedir.
“Sahîh hadîsi bulduğunuz zaman, sözümü duvara çalın.”
sözünün muhatapları da bu mezheb imâmlarından
sonra gelen, onlara tâbi olma metodunu bilen, menkul ve
makul ilimlere tam olarak hâkim ve muttaki, “Mezhebte
müçtehid” ilim adamlarıdır. Bunların çoğu hatta tamamı;
hadîsleri ezberlemiş, mezheb imâmlarının delîllerini, kuvvet
ve zayıflığını bilen, bütün usul ve furu’u yutmuş, halleri
fetvalarından daha temiz ve takvâ yolunu daima tercih etmiş
zatlardır.
Yani her fıkıh âlimine gördüğü hadîsle müstakil olarak
amel etmesi câiz değildir. Bu, ancak içtihâd rütbesi olan
kimsenin hakkıdır. “Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan
sonra peygambere muhalefet eder, mü’minlerin
yolundan başkasına uyup giderse; onu döndüğü o yolda
bırakırız. (Fakat ahirette) kendisini cehenneme koyarız.
O, ne kötü bir yerdir!” (Nîsâ s. 115)
(Misvak Neşriyat, Hakk Dînin Bâtıl Yorumları’na Cevaplar, s.139)