Kur’an mucizesini diğer mûcizelerden ayıran bir nokta vardır. Her peygamberin bir mucizesi, kitap ve şerîatı vardı. Hz. Musâ (a.s.)’ın mucizesi asâ, şerîatı (yolu) Tevrat’tır. Hz. İsa (a.s.)’ın mucizesi tıp, şerîatı (yolu) İncil’dir. Lâkin Hz. Peygamber (s.a.v.)’in mûcizesi ile şerîatı aynıdır. Böylece şerîat mucize ile ve mûcize de şerîat ile korunur. Kur’an’dan önceki kitapların korunması kullara bırakılmıştır. Yüce Allâh bu kitapların korunmasından kulları sorumlu tutunca ne oldu?
Kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular. Yani Yüce Allâh’ın kendilerine gönderdiği mesajı unuttular. Unutmadıkları kısmı da tahrif ettiler. Onu olduğu gibi anlatmadılar. Üstelik bir takım ilavelerde bulundular ve az bir paha karşılığında bunların Allâh (c.c.) katından olduklarını ileri sürdüler. Allâh (c.c.)’un onlara yüklediği kitapları koruma işini yerine getirmediler. Kitâplara hevâlarını karıştırdılar ve onları tahrif ettiler. Ama Yüce Allâh Kur’an’ı indirdiğinde şöyle buyurdu: “Kur’an’ı biz indirdik ve onu elbette biz koruruz.” (Hicr s. 9).
Niçin? Her şeyden önce Kur’an, mucize olduğu için. Mucize oluşu, metninin muhafaza edilmesini zorunlu kılmaktadır. Değilse, i’câz kaybolur. İkinci olarak, Yüce Allâh geçmiş kitaplarını koruma hususunda kullarını denemişti, onları koruyamadılar ve tahrif ettiler.
Kur’an mûcizesinin, Allâh (c.c.) tarafından korunduğunu gösteren önemli bir husus burada dikkatimizi çekiyor: Kur’an’ı tatbik ve onunla âmel etmenin takip ettiği seyir ve Kur’an’ın korunması seyri.
Görüyoruz ki aradan zaman geçtikçe Kur’an’ın tatbiki ve onunla âmel etmek azalmakta ama buna karşın aradan zaman geçtikçe Kur’an’ın korunması hayret verici bir şekilde artmaktadır.
(Muhammed Mütevelli Şaravi, Kur’an Mucizesi, s.32)