Her peygamber toplumuna üstün oldukları alanla ilgili bir mûcize ile geldi. Hz. Musâ (a.s.)’ın toplumu sihir konusunda ileri idiler. Bu nedenle Hz. Musa (a.s.) sihirle ilgili bir mûcize ile geldi. Kavmine meydan okudu. Ona ilk inananlar da sihirbazlar oldu. Neden? Çünkü insanların gözünü korkutan ve gözlerini sihirleyen de onlardı. Hz. Musâ (a.s.)’ın mûcizesini gördüklerinde onu en iyi anlayabilenler onlar idi. Allâh (c.c.)’un kudreti ile beşerin kudreti arasındaki büyük farkı en iyi anlayanlar oldukları için secdeye kapandılar. O korkuyu ta derinliklerinde hissettiler. Allâh (c.c.)’un vergisi karşısında kendi sihirbazlıklarının ne denli çaresiz kaldığını anladılar…
“Ve sihirbazlar secdeye kapandılar: “Alemlerin Rabbine inandık” dediler. Musâ ve Hârûn’un Rabbine.. !” (A’raf s. 120-122)
Allâh (c.c.)’dan ancak, kullarından bilgi sahibi olanlar korkar. Mûcize’yi görür görmez heybetini derinliklerinde hissettiler, yüceliğini algıladılar. Anladılar ki, o, Allâh Sübhanehu ve Teâlâ’nın katındandır. Bu nedenle firavunu ve sopasını unuttular. Firavunun onlara çektireceği işkenceyi bile unuttular. O firavun ki yeryüzünün en büyük zalimlerindendi.
Nihayet Hz. Peygamber (s.a.v.) gönderildi. Kavmi fesahat ve belagat’in zirvesindeydi. İleri oldukları bu alanla ilgili bir mucizeyle gönderildi. Bu mûcize Kur’an’ın belağatı idi. Onlara bu mucize ile meydan okudu ve onları çaresiz bıraktı. Allâh (c.c.)’un insanlara ve cinlere kıyamete dek onunla meydan okuduğu “Kuran mûcizesi” bir yönlü değil, çok yönlüdür. Kuran mûcizesi öyle bir mûcizedir ki her nesilde yenilenir ve yeni bir boyut kazanır.
(Muhammed Mütevelli Şaravî, Kur’an Mucizesi, s.15-16)