Kur’ân; ne sûretle olursa olsun, tekrârının çokluğundan eskimez: Kezâ onun tekraren okunması ve dinlenmesi bakımından da eskimez. Şöyle denilmektedir: Okuyan kimse ne usanır, ne de bıkar. Bilakis tekrâr edildikçe, tekrâr okundukça, okumalar çoğaldıkça güzellik artar. Şu yönüyle îzah edilmiştir ki; tilâvet ve tedris bakımından alimler, cahiller, Araplar ve Acemler tarafından tekrârın çokluğu ile onun harfi değişmez. Bilakis hatalı okuyuşlar doğruya ve güzel okuyuşlara döner. Nitekim; Cami’us-Sağîr’deki hadîs de şöyledir:
“Okuyan okuduğu ve hata ettiği veyâ lahin yaptığı veyâ acemi olduğu zamân, melek onu nâzil olduğu gibi yazar.”
Münâvî der ki: Kasden hatâ etmediği veyâ ta‘limde kusûr etmediği zamân, kıraatta hatâ eden ve lahin eden kimse sevâb alır. Yok eğer kasden böyle olursa günâh olur. Fakat bu düşünülemez. Zîrâ; tekrâr işi, münâsebet bakımından onu ifâde etmez. Yani kasden yapılmış olmaz.
Hadîsde; “Onu okuyunuz tilâvet ediniz” diye geçmektedir. Tilavet ve kıraat aynı ma‘nâya gelmektedir. “Okuyunuz” diye gelen emir, namâzda mutlak vücûb için olduğundan farz ma‘nâsınadır veyâ farzın karşılığıdır. Bazan da kıraat (okumak) mendûb olur. Fakat bu namâzın bidâyet ve nihâyetinde vâcib olur. Namâzın dışında ise mendûb olur.
Kıraatta efdâl olan; Mushaf (Kur’an)’dan okumaktır, ezberden değil. Çünkü Mushaf’ı tutmak, elin amelidir. Yine onun taşınmasında ve ona bakmakta gözün ameli vardır. Ve aynı zamânda onun ma‘nâlarının düşünülmesine yardım eder. Bundan dolayı ashab-ı kirâm (r.a.e)’in ekserisi Mushaf’dan okurlardı.
Alî (r.a.)’den rivâyet olunmuştur: “Üç şey vardır ki, hâfızayı kuvvetlendirir, balgamı giderirler. Bunlar; misvak kullanmak, oruç tutmak ve Kur’ân okumaktır.”
(Muhammed Hâdîmi, _Berika, s.162-163)