Cenâb-ı Hakk, bazı peygamberleri kendi isimleriyle isimlendirmiştir.
Meselâ Hz. İsmâil ve İshâk, “Alîm” ve “Halîm”, Hz.
İbrâhim, “Halîm”, Hz. Mûsâ, “Kerîm”, Hz. Yûsuf, “Hafîz” olarak
isimlendirilmişlerdir. Hz. Muhammed (s.a.v)’in dışındaki peygamberler,
bu İlâhî isimlerden sâdece bir veya iki isimle anılırken,
Resûlullâh (s.a.v.)’in bunlardan otuz kadarıyla Kur’ân’da anıldığı
görülmektedir.
Ancak Cenâb-ı Hakk’ın, hiçbir peygamberi, kendine âit olan
“Raûf” ve Rahîm” isimleriyle anmamış, yalnızca Resûlullâh
(s.a.v.)’i bu iki isimle adlandırdırmıştır: “Size kendi aranızdan
öyle bir Peygamber geldi ki zahmete uğramanız ona ağır gelir.
Kalbi üstünüze titrer, müminlere karşı raûf ve rahîmdir
(pek şefkatli ve merhametlidir).” (Tevbe s. 128)
“Ey Peygamber! Rabb’inden sana indirilen buyrukları
tebliğ et!” (Mâide s. 67)
“Ey Peygamber! Allâh sana ve seninle beraber olan müminlere
yeter.” (Enfâl s. 64) “Ey örtüsüne bürünen!” (Müzzemmil
s. 1) “Ey örtüye bürünen!” (Müddessir s. 1)
Resûlullâh (s.a.v.)’e hitapta en çok kullanılan sıfatlar, “Ey
Nebî! Ey Resûl”dur. Hz. Peygamber (s.a.v)’in bizzat isimleri de
Kur’ân-ı Kerîm’de geçmektedir. Ancak bunlar, hitap makamında
olmayıp, nübüvvet özelliğinin vurgulanmak istendiği yerlerde
geçmektedir: Yine Kur’ân-ı Kerîm’de geçmiş kavimlerin, peygamberlerine
isimleriyle hitap ettiklerini görüyoruz. Ancak Hz.
Peygamber (s.a.v.)’e karşı olan hitaplarda, bu şekil bir hitap
tarzı yasaklanıyor ve: “Resûlullâh’ı, kendi aranızda birbirinizi
çağırdığınız gibi çağırmayınız…”(Nûr s. 63) buyruluyor. Bu
âyetten de, insanların birbirlerine seslendikleri gibi, Resûlullâh
(s.a.v.)’e seslenmemeleri, Ey Muhammed! Ey Ebû’l-Kâsım! gibi
isim zikrederek hitapta bulunmamaları, ancak Yâ Resûlallâh!
Yâ Nebîyyellâh! gibi yumuşak bir şekilde ve saygı ifade eden
kelimeler kullanmaları gerektiği anlaşılmaktadır. Zaten Ashâb-ı
Kirâm (r.a.e.) de ona: Anam-babam sana fedâ olsun Ey Allâh’ın
Resûlü! gibi saygı ifâde eden kelimelerle hitap ederlerdi.
(Zemahşerî, Keşşaf Tefsiri, 2.c., 325.s.; Kurtubî, Tefsiri’l Kur’ân, 8.c.,
302.s.; Âlûsî, Ruhû’l-Meâni, 11/52, Râzî, Tefsîr, 24.c., 35.s.)