Kur’ân-ı Kerîm okuyan kimsenin kırâatten maksadı, kalbindeki yalnızlığı ve sıkıntıyı kaldırmak, dünya üzüntülerini gidermek, Mevlâ’ya kavuşma şevkinin hakkını yerine getirmek, kulluk ahkâmını bilmek ve hizmet âdabında kusur etmemek olmalıdır. Kur’ân-ı Kerîm’i yukarıdaki maksadlar ile okuyan ve onu önde tutup her şeyde ona uyana, Kur’ân-ı Kerîm şefaatçi olur. Bu vecîbelere riâyet etmekten kaçınan ve Kur’ân-ı Kerîmi önder tanımayan kimseyi de Cehennem’e götürür. Kur’ân-ı Kerîm gençlikte öğrenilmelidir. Geceleri Kur’ân-ı Kerîm ile kâim olunmalıdır. Ashâb-ı Kiram (r.a.e.)’in geceleri Kur’ân-ı Kerîm ile ihyâ ettikleri meşhurdur. Hasan bin Alî (r.a.) Kur’ân’ı vird, vazife olarak okurdu. Hz. Hasan (r.a.) gecenin evvelinde, Hz. Hüseyin (r.a.) gecenin sonunda okurdu. Kur’ân-ı kerim okuyan kimsenin, güzel ahlâkı ve beğenilir işleri ile başkalarından ayrılması da sünnetlerdendir. Kendisine hiddetlenenlere karşı kızmamalı, kıskanç olmamalı ve câhillere karşı olgun davranmalıdır. Resûlullâh (s.a.v.)’in ahlâkı Kur’ân-ı Kerîm idi. Kur’ân-ı Kerîm’in razı olması ile razı olur, onun gadâblanması ile gadâblanırdı. Nitekim “Hâlisa” kitabında bildirildiği gibi, Hz. Âişe (r.anhâ)’dan Resûlullâh (s.a.v.)’in ahlâkı sorulduğunda, “O (s.a.v.)’in ahlâkı Kur’ândır” buyurdu. Kârî, ya’nî Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyen kimse, Ashâb-ı Kirâm arasında rengi sarı, bedeni zaîf, herkesin güldüğünde ağlaması çok, insanlar neşeli iken onun kalbi hüzünlü, herkes kibirli iken o huşû içinde ve iftar edenler arasında oruçlu olması ile tanınırdı. Hz. Osman (r.a.) çok okuduğu için iki Mushaf eskitmişti. Ahmed bin Hanbel (r.âleyh) buyurdu ki, “Rü’yâda yâ Rabbî! Sana en efdâl olan âmel hangisidir” diye sordum. “Kelâmım olan Kur’ân-ı Kerîm’i okumaktır” buyurdu. “Mânasını anlayarak mı yoksa anlamadan mı” diye sordum. “İster anlasın, ister anlamasın, fark etmez” buyurdu. (Ebûbekir b Muhammed, Şir’atü’l İslâm, s.61-63)