Allâh ta‘âlâ, bir âyet-i kerîmede: “Allâh katında dîn, yalnız İslâm’dır.” (Âl-i İmrân s. 19.â.) diye buyurmuştur.
Şüphe yoktur ki kula ilk lâzım olan şey, İslâm’dır. Çünkü Allâh ta‘âlâ: “Ben cinleri ve insanları yalnız bana ibâdet etmeleri için yarattım.” (Zâriyât s. 56.â.) diye buyuruyor. Buradaki “İbâdet”ten kasdedilen ma‘nâ “Beni tanısınlar için” demektir.
İlim, din üzerine binâ edilir. Bu durumda tevhîd, dîn; ilim de diyânet ya‘ni şerîatle ilgili bilgilerden ibâret olmuştur. Şerîatle ilgili bilgiler ise tevhîdden sonradır. Sonra dîn, doğru olan her şey üzerine yapılan bir akiddir. Diyânet ise; doğru yolda yürümektir.
Ebû Mutî‘ el-Belhî (r.h.), İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe (r.a.)’e:
“-Bana bilginin (fıkhın) en fazîletlisinden haber ver, ya‘ni fıkıhtan sonra bilginin en fazîletlisinden? diye suâl ettim de bana Hz. İmâm (r.a.) şöyle cevâb verdiler:
“-İnsanın, îmânı ve Allâh ta‘âlânın çizdiği sınırları öğrenmesidir.”
Îmân bilgisinden maksad, îmânla ilgili hükümlerle, îmân üzerine sebkat etmektir. Ya‘ni insanın bulunduğu durum ile ilgili şerîatin hükümlerini bilmesidir. Bu da kulun, hangi durumda bulunduğunu bilmesidir. Bu şekilde kul, ölüm meleği Azrâîl (a.s.)’ın gelmesine hazırlanmış olur. Bu sebeble Nebî-yi Ekrem ‘aleyhi’s-selâtü ve’s-selâm Efendimiz: “İlim öğrenmek, her müslümân erkek ve kadına farzdır.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadir 4. c., 268.s.) diye emir buyurmuşlardır. Bundan müslümân erkek ile kadının amel edici, âlim, fâkih ve tâlib olarak bulunduğu durumu kasdetmişlerdir ki bu bilgi ile kul, kendini tanır. Nitekim Nebî-yi Ekrem ‘aleyhi’s-selâtü ve’s-selâm Efendimiz: “Kendini tanıyan, Rabbini tanır.” diye buyurarak bu noktaya işaret buyurmuşlardır.
(İmâm-ı Mâtûrîdî (r.h.), Fıkhu’l-Ekber Şerhi, 28-30.s.)