Ümmü Sinan el-Eslemiyye (r.anhâ) anlatıyor:
“Hz. Âişe (r.anhâ)’nın evinde, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in önüne
serilmiş bir yaygı gördüm. Üzeri Müslüman kadınların bu gazve için
hediye    etmiş   oldukları    eşyalarla   doluydu.    Bunlar    aras ında
fildişinden  ve  altından  yapılmış  bilezikler,  halhallar,  küpeler  ve
yüzükler  görülüyordu.  Hâlbuki  halk  o  sıralarda  büyük  bir  sıkıntı
içerisindeydi.
Hazret-i Bilâl (r.a.) rivayet eder: Resûl-i Ekrem salla ’llâhü aleyhi
ve sellem Efendimiz, Tebük Seferi’ne hazırlık üzere idiler. Sahâbe-i
Kiram   (r.a.e.)’e   konuşma   yaptılar.   “Getiren   getirsin,   getiren
getirsin!” buyurdular. Getirilen mallar toplandıktan sonra:
“Bilâl bir de kadınlar tarafına gidelim. Kadınlardan da veren
olur belki.” dediler. Beraber gittik. Onlara hitap ettiler:
“Ey  kızlarım!  Sizler  de  ne  verebilirseniz  verin  bakalım.
Verdiğinizin  kat  kat  karşılığını,  yarın  cennette  Rabbim  size
verecektir. Ben verdiklerinize  şahadet edeceğim. Allah’ım ben
şahidim,   bunlar   bana   neleri   varsa   verdiler,   diyeceğim…”
buyurunca, Peygamber-i Zîşân (s.a.v.)’in yanlarına kadar geldiğini,
kendilerine  hitap  ettiğini  gören  kadınlar,  her  şeylerini  vermeye
başladılar.
Eteğimi açt ım. Elbisemin  eteğine  yüzükler,  bilezikler, küpeler,
kolyeler  geliyordu.  Kenarda,  on  –  oniki  yaşlarında  bir  kız  çocuğu
gördüm.  Fakîr  bir  ailenin kızı  olmalıyd ı. Bir şeyi  yoktu. Annesinin
küçükken      kulağına    taktığı   küpeyi    vermek     için  çıkarmaya
çalışıyordu.   Uğraşt ı,   uğraşt ı  açamadı.     Çekti    kopardı.    Kan
damlayarak getirdi eteğime attı. Eteğim kanlandı… O anda îmânı,
kalbi,  ruhu  coşmuş  olan  yavrucak:  “Resûlullâh  (s.a.v.)  bekliyor,
herkes  verir  de   ben  nasıl   bundan   mahrum  kalırım?  Küpenin
açılmaması  bana mâni mi olacak!” dedi, çekti, kulağının memesini
kopardı,  körpe  kızıl  kanıyla,  birer  yakuta  dönmüş  olan  küpeleri
getirip verdi. (Allah (c.c.) şefaatlerine nail eylesin.)
Not: Ashâb-ı Kirâm’ın Ahlâkı serîsinin bir sonraki yazısı
2-3 Aralık tarihindedir.
(Alî Ulvi Kurucu (r.h.), Hâürâlar, 1.c, 201-202)