(Kötü son), iki derecelidir. Biri diğerinden daha korkunçtur. Korkunç ve dehşetli olan derece, ölümün dehşetleri anında ve korkularının belirdiği çağda, kalbe ya şüphenin ya da inkârcılığın galip gelmesidir. Bu bakımdan ruh, ya inkârcılığın galebe çaldığı halde ya da şüphe halinde kabzolunur. Dolayısıyle kalbe galebe çalan inkârcılık düğümü, insanoğlu ile Allâh (c.c) arasında, ebedî bir perde olur. Bu ise, daimî bir uzaklık ve sonsuz bir azabı gerektirir.
Daha hafif olan mertebe ise, ölüm çağında kalbe dünya işlerinden birisinin, şehvetlerinden bir şehvetin sevgisinin galip gelmesidir. Dolayısıyle kişinin ruhu, o halde iken kabzolunur. Bu bakımdan kalbinin bununla müstağrak olması, başının dünyaya dönük ve yüzünün dünyaya müteveccih olduğunu gösterir. Ne zaman kişinin yüzü Allâh (c.c)’tan çevrilirse, Allâh (c.c.) ile arasına perde gerilir. Perde gerildiği zaman, azap iner; zira Allâh (c.c)’un alev alev yanan ateşi onları çepeçevre sarar. Kalbi dünya sevgisinden selîm olan ve himmeti Allâh (c.c.)’a yönelen bir mü’mine ise, ateş şöyle haykırır: “Ey mü’min! Geç çünkü senin nûrun benim alevlerimi söndürecek.” Bu bakımdan ne zaman mü’minin ruhu dünya sevgisinin galebe çaldığı bir halde kabzolunursa, durum tehlikelidir. Çünkü kişi neyin üzerinde yaşıyorsa, onun üzerinde ölür. Ölümden sonra kalp için ölüm çağında galebe çalan sıfatın zıddı olan bir sıfatı kazanmak mümkün değildir; zira kalplerde ancak âzâların amelleriyle tasarruf edilir. Oysa ölümden ötürü âzâlar iptal olunmuşlardır. Dolayısıyle ameller de iptal olunmuştur. Bu bakımdan herhangi bir ameli ölümden sonra ümit etmek boşunadır.
(İmam Gazali, İhya-u Ulumuddin, s.585)