Babıâli’de en nâzik makamlar Ermenilerin elindeydi. Tanzimat’tan beri büyük ihtirâslarla yanıp tutuşan Ermeniler, (Hınçak) ismiyle Paris’te bir cemiyet kurmuşlar, sonra cemiyetlerini Londra’ya taşımışlar ve milletlerini birleştirip sosyalizma çerçevesinde idare etmeyi gaye edinmişlerdi. İlerideki anarşist ve ihtilâlci Ermeni komitelerinin ilk nüvesi, entellektüel şekli olan bu cemiyet, güya Osmanlı Devleti’nden Ermeniler adına istiklâl istemiyor, her zamanki teraneyle “ıslahat” ve adâlet diliyordu. Rusya ise Kafkasya’daki Ermenilerin daha fazla çoğalmaması ve o yerlerin git gide aslî Ermeni vatanı yerine geçmemesi için, sınırlarını Osmanlı Ermenilerine kapatmıştı. Bu da Ermenileri kızdırıyordu. Sultan Abdülhamîd Han o harikulade siyasî dehâsiyle bu tezatları sezdi ve Rusya’yı zaif noktasından yakalayıp, onunla Ermeni meselesi üzerinde zımnî bir anlaşmaya vardı. Bu arada bütün Ermeni müesseselerini, hususiyle mekteplerini gözetim altına aldı. Fermanla açılmamış olan ve fesâd yataklarından başka bir şey olmayan Ermeni mekteplerini kapattı. Böylece, 1889 senesi, Türkiye Ermenileri hesâbına, diledikleri gibi at oynatamayacaklarını anladıkları bir yıl oldu. 1890’da Patrik Aşıkyan Efendi Babıâli’ye kafa tutmaya giderken Sultan Abdülhamîd Han, bütün Ermeni kiliselerini, aynı saat, aynı dakikada, incilerinden çatılarına kadar aranması emrini verdi. Kiliseler arandı ve bir kaçında zararlı evrak, gizli haberleşmeler, silâhlar ve bombalar bulundu. Artık Sultan Abdülhamîd Han ile Ermenilerin arası açılmış oluyordu. Artık Ermeniler de, vatanperverlik satan bazı sözde Türkler gibi, Sultan Abdülhamîd Han’a hâin, müstebid, zâlim, gaddar, kızıl sultan yaftalarını takabilirlerdi. “Kızıl Sultan” tâbiri, doğrudan doğruya Ermeni buluşudur ve dünyada bir eşi gelmemiş derecede merhametli bir hükümdara, bu, hakîkate yüzde yüz ters sıfatı yakıştıran Ermenilerdir. Yeni nesiller de bu eski Ermeni buluşunu hakîkat diye kabullenmiş, Ermeni kafasiyle düşünmeye mahkûm edilmiştir. (Necip Fazıl Kısakürek, Ulu Hakan II. Abdulhamid Han, s.239)