Kur’ân-ı Kerîm’de zekâtın verilebileceği kimseler yani zekât alması caiz olan kimseler sekiz sınıf olarak zikredilmiştir. “Sadakalar (zekâtlar), Allâh (c.c.)’dan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allâh (c.c.) yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allâh (c.c.), hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe s. 60)
Bu âyet-i kerîmede zikri geçen “sadakalar” kelimesinden kasıt, yalnız zekâttır. Nafile sadakalar, keffaret borçları, adaklar murad değildir. Âyet-i celile, zekâtın ancak zikredilen bu sekiz sınıf insandan birine verilebileceğini açıklamaktadır. Bütün ilim ehli, bu sekiz sınıfın dışında zekât verilebilecek bir sınıfın daha olmadığına, olmayacağına icma etmişlerdir. Zira âyet-i celilenin evvelinde bulunan “innemâ” kelimesi “ancak şunlara” yani sayılacak olan sekiz sınıfa verilebileceğini ifade eder. Hanefî Mezhebine göre zekât, anlatılan bu sekiz sınıfın tamamına dağıtılabildiği gibi yalnızca bir tanesine de verilebilir. Şayet zekât olarak verilen miktar, nisap değerinden az ise evla olan tek bir şahsa verilmesidir. Buna rağmen nisap miktarı ve fazlası olan meblağı tümüyle birden bir fakire vermek caiz olsa da mekruhtur. Bu yüzden en azından verilecek zekât, fakiri zengin kılmaması gerekir. İmâm Şafiî’ye göre ise evlâ olan, zekâtın Kuran-ı Kerim’de geçen sekiz sınıfa taksim edilmesidir. Bu sekiz sınıftan her bir sınıf için en az üç kişiye verilmesi evladır.
Zekâtı akrabaya vermek daha fazîletlidir. Şöyle ki, zekâtı evvelâ muhtaç olan erkek veya kız kardeşlere, sonra bunların evlâdına, sonra amcalara, halalara, sonra bunların evlâdına, sonra dayılara, teyzelere ve bunların evlâdına, daha sonra diğer akrabalara vermek daha fazîletlidir. (Sualli Cevaplı İslâm Fıkhı, c.3, s.290-291)