Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz: “Şunu biliniz ki sizden evvelkiler yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet de yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Hepsi ateşte, biri necattadır (kurtulur)” buyurmuştur. Necatta olanların kimler olduğu sorulunca: “Benim ve Ashâbımın yolu üzere olanlar” buyurmuşdur. Evliyadan ve erbâb-ı kulûbdan (kalb ehli) zannedilen ve sofiyyeden (tasavvuf ehli) kabul edilen nice kimseler vardır ki, Cenâb-ı Hakk’a teveccühlerinde asla sâdık değillerdir. Kalbleri ehl-i gaflete meyleder, içden içe onların, çirkin ef’aline (işlerine) can atarlar. Nefsânî hazlarını tatmin edecek da‘vetlere muhatab oldukları zaman koşa koşa giderler. Hakkın da‘vetine de kerhen ve bize kâfir demesinler diye icâbet ederler. Bunların hak yolunda ihlâs ve sadakatları yokdur. Bunlar, cahilliklerine bakmayıp elleriyle yazdıkça yazarlar, “bunlar da haktandır” derler. Kendileri hidâyetden çok uzak bir dalâlete düşmüşler, nicelerini de dalâlete sürüklemektedirler. Hâkk yolunun yolcusu, Hâkk (c.c.)’a vâsıl olmak için Hâkk neyi emretmişse ona sımsıkı sarılmalı, zahirî hallere aldanmamalı, nefsinin hilelerine ve bu gibi câhillerin sözlerine kanmamalı, her an uyanık ve dikkatli bulunmalıdır. Hâkk yolu inceden ince, dikden dikdir. İnsanların en câhili, nefsinin sıfatlarını gördüğü ve bildiği halde, vaktini boşa harcayıp onları ıslâh ederek Hâkk’a vâsıl olmağa çalışmayandır.
Haris bin Esed el-Muhâsibî (r.a.) demiştir ki: “Asılsız medihden hoşlanan kimse, maskara edilmekten hoşlanan kimse gibidir. Akıl sahibi yanında halkın medh ve zemmi (övme ve yermesi) müsavîdir. Sâlikin bir tek gayesi vardır. Hakîkate vâsıl olmak. Bu da ma‘rifetullahı kazanıp Allâh (c.c.)’un rızâsını tahsile çalışmak içindir. Cemaat karşısında büyüklenen ve insanların hürmet ve ta’zîminden, elini öpmelerinden memnun olan, kendisini cemaatten üstün gören, medhu zemm ile uğraşan vâizin vay hâline!
(Hz. Mahmud Sâmî Ramazânoğlu (k.s.), Bakara Sûresi Tefsiri, s.151)