Haset, dinî veyahut ahiretine zararı olmaksızın dünyevî iyilik ve düzeni kapsayan ilâhî nimetin, sevmediği birinin elinden gitmesini veyahut o nimetin ona ulaşmamasını istemek veya bu tarz haset edeni sevip benimsemektir.
Bir istek ve arzu olmaksızın haset gönlüne düşecek olursa ve buna karşı içinde bir hoşnutsuzluk hissediyorsan ittifakla bunda bir beis yoktur. Ama haram olan haset, kendi isteğinle gönlüne vâki olur ve içinde ona karşı bir hoşnutsuzluk hissetmeyip, bir kişideki nimetin zevalini istemen ve o nimetin ona ulaşmasını istememendir.
Bu hasetin muktezasiyle (gereğince) amel ediyor veya izleri hareketlerinden belli oluyorsa, bu haram olan hasettir. Eğer muktezasiyle amel etmiyor ve eseri hareketlerinden belli olmuyorsa ve kalpte mevcut olan sadece hasedin kendisi ise, bu da hasettir; fakat haram olup olmadığında ve sahibinin günahkâr olup olmadığında ihtilâf edilmiştir.
Kuvvetli görüşe göre sadece kalbe vâki olan hasetle insan günahkâr olmaz.
Bu konuda Hasan el-Basrî (r.a.)’e sorulmuş ve demiş ki: “O, şiddetli bir keder ve üzüntüdür, organlarınla onu meydana çıkarmadıkça zarar vermez sana.”
Peygamber (s.a.v.)’in şu hadisi konuyu daha iyi aydınlatmaktadır: “Cenâb-ı Hakk ümmetim için, konuşmadığı ve amel etmediği takdirde, nefsinde vâki olan şeyi günâh saymayıp vazgeçmiştir.”
Ama haset edilen kimsenin nimetinin zevalini istemez de kendin için onun bir mislini isteyecek olursan, bu, haset değil de gıpta ve güzel şeyi arzu etmektir; haram sayılmaz; bilâkis dinî hususlarda menduptur, dünyevî hususlarda kötülenmiş bir hırstır.
(İmâm-ı Birgivî, Tarikatı Muhammediye, s.177)