Mü’minlere sû-i zan etmekten, yani bir kimseyi mutlak kötü olan bir fiiline veya durumuna şâhid olmaksızın, küçük bir kötü fiili, durumu veya sözünden ötürü şüphe ve yetersiz bilgiyle hareket edip kötüye nispet etmekten sakınarak mümkün olduğu müddetçe iyiye yormalıdır. Fakat açıktan bir günâh ve kötülük işlerse bu durumda zannı galip oluşur. Böyle açıktan bir günâha şâhid olunduğu bir durumda ise o kimselere Allâh (c.c.) adına buğz etmek sû-i zan olmaz.
Riyâdan da sakınmak gereklidir. Riyâ, ibâdet yoluyla dünya menfaati temenni etmektir. Bu öyle büyük bir günâhtır ki; bunun üstünde küfür ve i’tikâdî bid’at vardır. Kalbin bu gibi bâki kalan afetlerinin tümü yaramaz ve faydasızdır. Onun için onlara şirk-i asğar (gizli şirk) denilmiştir
Hasetten sakınmak gerekir. Haset, bir kimseye verilen nimetin zayi olmasını, elinden çıkmasını yahud bir kimsenin arzu ettiği nimete ulaşamamasını istemektir. Bir kimsenin dünya ve ahiret kazancı için kullandığı nimetleri gibi benim de nimetim olsa, ben de dünya ve ahiret faydası için kullansam diye temennide bulunmak, onun malının zevâlini arzulamak değildir. Buna haset değil gıpta denir. Gıpta harâm değildir hatta dini nimetlere gıpta etmek mendubdur. Yalnızca dünyevî nimetlere gıpta ise ayıplanmıştır.
Kibirden sakınmak gerekir. Kibir, kendini bir başkasından herhangi bir konuda üstün görmek demektir. Harâmdır ve çirkin bir huydur. Hadîs-i Kudsî’de bildirildiği üzere Cenâb-ı Hâkk: “Kibriyâ ridâmdır, azamet izârımdır. Bir kimse kendisini bu sıfata sahip görse, onu cehenneme atarım” buyurmuştur. Kibir, Şeytan’ın sıfatıdır. Hz. Âdem (a.s.)’a secde emrolunduktan sonra geri durup “Ben Âdem’den daha hayırlıyım” demiştir. Bu sebeple kibirden kat’îyyetle kaçmak gerekir. Çünkü bu sıfat sebebiyle Allâh (c.c.) ona lânet etmiştir.
(Ali Sadri Konevi, Keşfü’l Esrar Fi Şerhi Risale-i Birgivi, s.153)