Yâfiî (r.âleyh), Ravdu’r-Reyyâhıyn isimli eserinde bir evliyanın şöyle söylediğini anlatıyor: “Allâh (c.c.)’dan kabirde olanların makamlarını bana göstermesini istedim. Allâh (c.c.) bir gece bana şöyle bir şey gösterdi. Kabirler yarıldı. Bir de baktım ki kabirdekilerden bir kısmı sündüs (ipekten yapılmış, ince dokunmuş şeffaf kıymetli kumaş) üzerinde uyuyor. Bir kısmı ipek dîbâce (kabartma ipek kumaş) üzerinde uyuyor. Bir kısmı reyhan (kokulu bitki) üzerinde uyuyor. Bir kısmı yaş toprak üzerinde uyuyor. Bir kısmı ağlıyor. Bir kısmı gülüyor. Dedim ki, “Yâ Rabbi! Bunların hepsi niçin aynı durumda değil?” Kabirlerdekilerden birisi şöyle cevap verdi:
Ey fülan! Onların her birinin hali amellerine göredir. Sündüs üzerinde uyuyanlar güzel ahlâk sahipleridir. İpek dîbâce üzerinde uyuyanlar şehitlerdir. Reyhan üzerinde uyuyanlar oruç tutanlardır. Sevinenler Allâh (c.c.) için birbirlerini sevenlerdir. Ağlayanlar günahkârlardır. Gülenler tevbe edenlerdir.
İbn Münebbih; Nîsaburlu sâlih ve vera’ sahibi bir zat olan ve mezar kazıcılığı yapan Ebû Nadr’dan şunları naklediyor:
“Bir kabir kazmıştım. Kazdığım kabirden başka bir kabir açıldı. Bir de baktım ki açılan kabirde güzel yüzlü, güzel elbiseli, etrafına güzel kokular saçan bir genç var. Bağdaş kurmuş oturuyor. Kucağında bir kitap var. Kitapta da çok güzel yeşil yazılar var. Ben o zamana kadar öyle güzel yazı görmedim. Baktım ki o kitap Kur’an’mış. O genç de Kur’an okuyordu. Beni görünce “Kıyamet koptu mu?” diye sordu. Ben de “Hayır” dedim. “Öyleyse orayı kerpiçle kapat” dedi. Ben de kapatılacak yeri kerpiçle kapattım.”
(İmâm-ı Gazâlî, Nasıl İyi Bir Kul Olunur, s.480-483)