“Sana isabet eden her iyilik Allah’tandır. Sana isabet eden her fenalık nefsindendir (kendindendir.)” (En-Nisâ s.79.â.)
Allah ta’âlâ, bu âyette “hasene” ile “seyyie”yi ayırmış, “seyyie”yi değil de “tâat” ma’nâsına gelen “hasene”yi kendisine nisbet etmiştir. Hâlbuki bunlar ikisi de kulun fiilidir, denilirse biz deriz ki: “Çünkü hasene, her ne kadar kulun fiili ise de, kul o fiile, ancak Allah ta’âlâmn kolaylaştırmasıyla ve lutfetmesiy-le, ulaşabilir. Binâenaleyh, bu fiilin, Allah’a nisbet edilmesi doğru olur. Kulun fiillerinden olan seyyieye gelince o, Allah’a izafe edilemez. Çünkü Allah ta’âlâ, onu ne yapmış, ne irâde etmiş, ne emretmiş, ne de teşvîk etmiştir. Bu izah Ebû Alî El-Cub-baî’nindir.
Biz de diyoruz ki: Bu âyet, îmânın Allah’ın yaratmasıyla meydana geldiğine delâlet eder. Çünkü îmân da bir “hase-ne”dir ve bütün “hasene”ler, Allah’tandır. Bu âyet, Mu’tezi-le’nin ‘aleyhinedir.
“Hasene”, bütün çirkinliklerden, kötülüklerden uzak, iyi bir hâl, imrenilecek bir durumdur, îmânın hasene sayılması gerekir. Çünkü ulemâ “Allah’a da’vet edenden, daha güzel sözlü kimdir?” (Fussiiet s. 33.) âyetindeki da’vetten muradın, “kelime-i şehâdet” olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Ve “Hiç şubhesiz Allah, adaleti ve ihsanı emreder.” (Nahi s. 90.) âyetindeki ihsandan muradın, lâ-ilâhe illa’llâh olduğu söylenmiştir. Böylece îmânın bir “hasene” olduğu sabit olur. “Hasene” sözü, bütün “hasene”leri içine alan umûmî bir ifâdedir. Bu da, îmânın Allah’tan olduğunu gösterir, îmânın Allah’tan olmasından murâd, Allah’ın kulu îmâna muktedir kılması; îmânın bir hasene ve zıddı olan küfrün ise kötü olduğunu bilmeğe muvaffak etmesi ma’nâsmadır.
Diğerinin değil de sâdece birinin Allah’tan olduğunu söylemek, ümmetin icmâ’ma terstir.
(Fahrüddîn Er-Râzî (r.h.), Tefsîr-i Kebir Tercemesi 8. c., 175-177. s.)