Ey birâder! Vakit âhir zamandır. Dinde za‘f peydâ olmuştur. Sünnet metrûk olmuştur. Bid‘atler şuyu‘ bulmuştur. Böyle bir zamanda Kitab ve Sünnet’in muktezâsı (gereği) üzere evvelâ akâid’in düzeltilmesi lâzımdır.
Şu vech üzere ki: Evvelâ: Ulemâ-yı ehl-i Hakk o akâid’i Kitâb ve Sünnet’ten fehm ve ahz (almış ve öğrenmiş) ve istinbât eylemişlerdir (gizli ma‘nâlar çıkarmışlardır).
İkinci olarak: Helâl ve haram, farz ve vâcib’ten ahkâm-ı şer‘iyyeyi bilmek lâzımdır.
Üçüncü olarak: Bu ilmin gereğince amel lâzımdır.
Dördüncü olarak: Tezkiye-i nefs (nefsin temizlenmesi) ve tasfiye-i kalb (kalbin saflaştırılması) lâzımdır.
Birinci şart olan tashîh-i akâid (i‘tikatın düzeltilmesi) olmadıkça ahkâm-ı şer‘iyye ile amel fayda vermez. Ve bu iki şart tahakkuk etmedikçe amel nâfi’ (faydalı) değildir. Ve bu üçü müyesser olmadıkça tezkiye ve tasfiyenin husûlü de muhaldir.
Kendini hâlî eylemek cihetine gelince: Mülâkattan maksûd, ya ifâde, ya istifâdedir. Bu tâifenin önüne hâlî olmuş (boş olarak) gelmek lâzımdır ki, dolu avdet oluna..
Ve kendi iflâsını izhâr eylemek gerektir ki, onlar da şefkat edip râh-ı ifâzayı kûşâde edeler. Boş gelip boş gitmek illet-i imtilâyı (hastalığı) ifâde eder. İstiğnanın (ağır davranmanın) ise tuğyandan (günâhtan) gayrı kârı yoktur.
Hazret-i Hâce Kuddise Sirruh buyurmuştur ki:
Evvel niyâz-ı haste, ba‘de-zân teveccüh-i hâtır-şîkeste.
Ya’ni, ibtidâ marîz (hasta) ve alîl (illetli) olan kimsenin niyâz ve rucûu (hatadan vazgeçmesi) gerektir ki, sıhhatine teveccüh-i derûn fâidemend olup da te’sîri husûle gele.. Hülâsa teveccüh’te niyâz şart oldu.
(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (k.s.), Musâhabe 1, 92.s.)