Manevî terbiyenin başında olan kimseye şart olan, ilk olarak
yapılması gereken hüküm ve vazifelerde istikâmet üzere
olmasıdır. Arif olana düşen de nihâyetteki edeplerde istikâmet
üzere olmasıdır.
Manevî terbiyenin ortasında olan kimsenin istikâmet sahibi
olmasının alâmeti, bulunduğu makamlarda bir duraksama yaşamaması
ve hallerini güzel görüp olduğu halde kalmamasıdır.
Üstad imam Ebû Bekir b. Fûrek’in şöyle söylediğini işittim:
“İstikâmet kelimesindeki ‘sîn’ harfi, bir şeyi talep etmek için kullanılır.
Buna göre istikâmetin mânası şudur: İstikâmet sahipleri,
Hak Teâlâ’dan, kendilerini tevhid üzere tutmasını, sonra
verdikleri sözü yerine getirmede ve kendilerine çizilen sınırları
(farzları) korumada sürekli muvaffak etmesini istediler.”
Üstadım Ebû Ali Dekkâk’ın (rah) şöyle söylediğini işittim:
“İstikâmetin üç derecesi vardır: Önce işini sağlam yapmak,
sonra onu hakkıyla korumak ve peşinden istikâmet sahibi olmak
gelir. İşin sağlamlığı, nefislerin (ilme uygun) terbiyesiyle
olur. İşi hakkıyla korumak, kalplerin güzel ahlâk ile süslenmesiyle
gerçekleşir. İstikâmet ise, sırların (kalplerin) Hakk’a yaklaşmasıyla
(ve O’nu müşahedesiyle) elde edilir.”
Denilmiştir ki: İstikâmete ancak büyük (kâmil) zatlar güç
yetirebilirler. Çünkü gerçek istikâmet, nefsin alıştığı boş
şeylerden çıkıp kurtulmak, halk içinde yaygın olan alışılmış
âdetleri terketmek ve Allâhü Te‘âlâ’nın huzurunda sıdk ve sadakatle
bulunmaktır. Bunun için Hz. Peygamber (s.a.v), tam
olarak güç yetiremezsiniz, ama istikâmet üzere olmaya gayret
edin”buyurmuştur.
Üstadım Ebû Alî dedi ki: “Şunu bil ki istikâmet, ilâhî keramet
ve ihsanların devamını gerektirir. Allâhü Te‘âlâ şöyle buyurmuştur:
‘Eğer onlar hak yolda istikâmet üzere bulunsalardı,
biz kendilerine bol ve bereketli bir su indirirdik’’
Âyette, ‘Onlara su indirdik’ denilmiyor, ‘su indirirdik’deniliyor.
Bu ifade, istikâmet bulunduğu sürece o işin de sürekli
olacağına işâret etmektedir.”
(İmâm-ı Kuşeyrî, Kuşeyri Risalesi, 411-414.s.)