Biz Müslümanlar bu topraklarda bin küsur seneden beri yaşamaktayız. Son altmış yıl müstesna, bu bin yıl içinde kadınlarımız hep tesettürlü olmuşlardır. Hanımlarımızın çoğunluğu hâlâ  tesettürlüdür. Tesettürlü olmamak târihî ve sosyolojik bir problemdir. Gelip geçici bir kültürel kopukluktur. Tesettür devamlılık demektir, çıplaklık ise yabancılık ve dejenerasyon…
Kendi arzularıyla ve kendi tercîhleri ile örtünen Müslüman hanımlara mâni olmak zorbalıktır. Özgürlük çığırtkanları, sıkıştıkları zaman baklayı ağızlarından çıkartıyor ve «Özgürlük ile çağdaşlıktan birini seçmek zorunda  kalırsak, çağdaşlığı seçeriz» diye açıkça itiraf ediyorlar. «Şecaat arz ederken merd-i kıbtî sirkatin söyler. (Çingene yiğitliliğinden bahsederken hırsızlıklarını anlatır.) »
Çağdaş ne demektir? Çağdaş evrensel olmayan, dâima değişen, eskiyen, değerini yitiren geçici şeyler demektir. Bu asrın başlarında borulu gramafonlar çok çağdaştı. Şimdi müzelik oldular, ilk otomobiller, yapıldıkları zaman  çağdaştı, şimdi artık antika oldular…
Bugün çağdaş denilerek baş üstünde tutulan bir çok kurumlar, fikirler, kavramlar, prensipler yarının fosilleri olacak, ya târihin çöplüğüne atılacak veya arşivine kaldırılacaktır.
Asıl bağlanılması gereken değerler, çağdaş olanlar değil, evrensel ve mutlak olanlardır. Bunlar hiç eskimezler,  kıymetlerini her zaman muhafaza ederler. Çıplaklık ve özgürlük perdesi altındaki kölelik, çağdaş aldatmacalardandır. Tesettür ise evrensel ve izzet ve yücelik verici bir kurumdur.
Batı’da eskiden tesettür vardı. Sonradan çıplaklık, zina, sapıklık, inkâr, sömürgecilik, ateizm, sarhoşluk ve saldırganlık üzerine şeytanî bir uygarlık kurdular. Bütün bu sapıklık ve azgınlıkların üstüne de hürriyet ve kalkınma şalları örttüler.
(Fahrizâde İbrâhîm Midhat, Hicâb, s. 172-173 )