Günümüzde kadınlar çeşitli vesîlelerle ve yaldızlı sözlerle sokaklarda mutluluğu aramaya itiliyor. Cenâb-ı Hâkk’ın kadına yüklediği bir temel vazife, neslin muhâfazası ve terbiyesidir. Bu ilâhî tanzimin dışına çıkılırsa, kadının fıtratına ihânet edilmiş olur. Çağımızda kadınlarla erkekler arasında uydurma bir eşitlik yarışı başlatılmıştır. Yaratılıştaki hususiyetlere zıt olan bu yarış, hanımlık ve annelik vazîfelerini zedelemiş, âilenin huzûr ve sükûnu kaybolmuş, toplum hayatı sarsılmış, fertler şahsiyetini yitirmiştir. Kadın ve erkeğin fizîkî, rûhî yaratılış ve fıtratları eşit değildir ki, fiilî veya hukûkî eşitlik gerekli olsun. Mühim olan her alanda bir eşitlik değil, haklar ve vazifeler arasındaki dengedir. Cenâb-ı Hâkk, kadınlar ve erkekler arasında birbirlerini ikmâl eden, çok güzel bir vazîfe taksimi yapmış ve her ikisine ayrı ayrı kâbiliyetler vermiştir.
Gayri medeni Avrupa; “Kadın insan mıdır değil midir? İncil’e dokunabilir mi dokunamaz mı?” diye tartışmasını yapmış, cahiliyet devri Arabistan’ında pazarda mal gibi alınıp satılmış, çarşaf atıp onu sahiplenmiştir. Modern denilen çağda ise kadını soyup cinsel bir metâ olarak reklam aracı hâline getirmek istenmiş, başarılı da olunmuştur. Buna mukâbil, İslâm ise kadını yerine koyuyor, erkeği yerine koyuyor, her ikisine de haklarını veriyor.
Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz: “Sizin en hayırlınız ailesine ve çocuklarına en hayırhâh olanınızdır. Onlara karşı en hayırlı, onlara en iyi muamale edeninizdir. Ailesine karşı en iyi muamele eden de benim” (Tirmizî) diyerek erkeğe, hanımına iyi davranmasını, hanıma da; “Duâsı kabûl edilmeyecek kadınlardan birisi de, kendisini kocasına devamlı küstüren kadındır” (Buharî, Müslim, Ebû Davûd) buyurarak, kocasına küs durmamasını emrediyor. (Ömer Muhammed Öztürk, Sohbetler 5, s.57)