Ülkemizde daha önce açıktan yapılmaya çalışılan din düşmanlığı; İslâm’ı içeriden münâfıklar vâsıtasıyla yıkma, yâni ifsâd hareketleri olarak 1960’lı yıllarda karşımıza çıkar. Şer’î kaynaklarımızdan dördüncüsü Kıyâs-ı Fukahâ’yı; “Bu din Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.)’in dîni değildir, âlimlerin dînidir” diyerek (kendilerince) ortadan kaldırdılar. Daha sonra da Müslümanların üçüncü şer’î kaynağı olan İcmâ-i Ümmet’e geldiler. İcmâ-i Ümmet için Resûlullâh (s.a.v.); “Benim ümmetim dalâlet üzerine icmâ etmez” (İbn Mace) buyuruyor. Yâni bu Hadîs-i Şerîf mûcibince bir konuda ümmetin icmâı varsa bunun dalâlet olma ihtimâli yoktur. Tabiî bu hareketlere, başladığı ilk anda müdâhale edilmeliydi ve bu müdâhaleyi de Diyânet yapmalıydı. Ama asıl vazifesi İslâm dînini yaymak ve müfsid, muannid, İslâm düşmanlarının saldırısından korumak olması geren teşkîlât, vazifesini maalesef yerine getirmedi. “Bu din âlimlerin dîni” ne demek? Başta dört büyük mezhep imâmları olmak üzere, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat âlimlerinin tamamı ilimlerini silsile yoluyla, Resûlullâh (s.a.v.) vâsıtasıyla, Cenâb-ı Hâkk’a dayandırmışlardır. İslâm adına naklettikleri hükümlerin tamamı, Resûlullâh (s.a.v.)’e ve oradan da Cenâb-ı Hâkk’a ulaşır.
Meselâ Hanefî mezhebinin kurucusu İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe (r.a.) Hazretleri… İmâm-ı A‘zam Hammad’dan, Hammad İbrâhim en Nehâî’den, İbrâhim en-Nehâî Alkâme’den, Alkâme Abdul-lah ibn Mes’ud (r.a.)’den, Abdullah ibn Mes’ud (r.a.) ilmini nereden, kimden almıştır? Resûlullâh (s.a.v.)’den. Resûlullâh (s.a.v.) de zâten doğrudan Allâhü Azîmü’ş-Şân’ın vahyine muntâzırdır. “O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.” (Necm s. 3-4) Az önce ifâde edildiği gibi, başta dört büyük mezhep imamları olmak üzere Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat âlimlerinin tamamının getirdikleri, görüldüğü gibi silsile hâlinde birbirine bağlıdır ve Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’e ulaşır.
(Ömer Muhammed Öztürk, Sohbetler-5, s.192)