İslâmiyette danışma, muhtelif görüşlerin tecellisiyle hakkın ortaya çıkmasına yardım edeceği için övülmüştür, sünnettir. Fakat dünyevî gayeler uğrunda Müslümanların ihtilâfa düşmeleri, fırka fırka olup biri birine karşı düşmanca bir tavır almaları asla caiz değildir. Böyle bir hareket, Müslümanların sosyal varlığını zayıflatır, yok olmaya sevkeder. Bundan düşmanlar istifadeye kalkışır. Bu sebepledir ki, bir hadis-i şerifte: “Allâh Te’âlâ’nın kudreti, yardım ve desteği cemaat üzerindedir, birlik ve beraberlik içinde yaşayanlar, Allâh tarafından desteklenmiş olurlar.” buyrulmuştur.
Rasulullah (s.a.v.) efendimiz, bir gün dağınık bir halde oturup ayrı ayrı konuşmakta bulunduklarını gördüğü bir kısım sahabe-i kiramına hitaben: “Bana ne oldu!. Sizi fırka fırka görüyorum.” buyurdu.
Bu hadis-i şerif ümmet arasında bölünmenin uygun olmadığına işaret etmektedir. Zaten Müslümanların aralarına ayrılık sokanların Müslümanlardan olmadığını ifade eden hadis-i şerif de “biz Müslümanları ayrılığa düşüren, bizden değildir,” manasınadır.
Biz Müslümanlar için tam bir din kardeşliği, vatan sevgisi dairesinde hareket ederek karşılıklı olarak iyiliği tavsiye amacıyla istişarede bulunmak bir dinî, ahlâki sosyal vazifedir. Şahsî menfaatler, düşünceler sebebiyle samimî şekilde istişarelerden ayrılmak, tamamen şahsî arzuların benimsenmesini istemek elbette İslâmiyetin bizlere verdiği terbiyeye, onun bu yoldaki pek lüzumlu emirlerine, tavsiyelerine muhaliftir. Danışma heyetini teşkil eden zatların bütün gayeleri, hak ve hakikatin ortaya çıkmasını görmekten başka olmayacaktır. Bu gibi zatlar derler ki: Bizim için istenen ve müşterek olan gaye meydana gelsin de bu hususta hangi arkadaşlarımızın reylerine uygun bulunmuş olursa olsun, bizim için her şekilde takdire, kabule lâyıktır.
(Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’anı Kerim Tefsiri, c.1, s.486)