İslam medeniyetinin, en çok geliştirdiği üç ilim dalından birisi, kesin olarak ifade edebiliriz ki, Tıp ilmidir. Yedinci asırdan sonra tamamen araştırma ve ihtisas branşı halinde tıp, çok kısa zamanda büyük ilerlemeler kaydeder. Böylece bu ilim dalı, kendi arasında doktorluk, eczacılık ve hastalık çeşitlerine göre dallara ayrılırlar. Ve tamamen modern bir hüviyet kazanır. Son derece sıhhi klinikler ve hastaneler açılır. Tıp okulları ve hastaneler, ihtisas sahibi, ehliyetli alimlerin himayesinde çalışır.
Tıbbın, İslam medeniyetinde, müstesna bir gelişme göstermesi; İslam inancının, insan yaşayışı, temizliği ve sağlığına verdiği önemden kaynaklanır.
Eski Yunan medeniyetinden intikal eden tıbbî bilgiler ise; İslam tıp otoriteleri tarafından kritik edilmiş, denenmiş ve birçok prensiplerin yanlış olduğu ortaya konmuştur. Jacques Risler, “Civilisation Arabe” adlı eserinde: “Müslümanlar, tababette en yüksek mevkii işgal edip, beş asırdan fazla, dünya tıp ilminin başında bulunmuşlardır. Hazret-i Muhammed’den intikal eden tıbbî hadisler, takriben üç yüzü bulmaktadır. 622’den, 661 tarihine kadar süren Hicret ve Hulefa-yı Raşidin devirlerindeki hekimler, daha o zamandan yaralara pansuman yapma sanatını, dağlamayı, kan almayı ve hacamat tatbikatını biliyorlardı.”
Avrupa’da kurulan ilk meşhur tıp okulu, Salerno okulu, hocaları ve herşeyi ile bir İslam mektebiydi. Dr. Sigrid Hunke; bu okulla ilgili olarak şunları söylüyor: “Batı’nın yalnız bu noktasında XI. yüzyılda; yetmiş veya sekseninci senelerinde, birdenbire gözleri kamaştıran üstün bir tababet fışkırır. Kısa zamanda, Salerno’yu şöhrete kavuşturan ‘Tababet’, ne Antik medeniyetin, ne de Roma medeniyetinin kaynaklarıyla beslenmez. Salerno Tıp Okulu, sadece bir İslam mirasıdır. İslam Sağlık Teşkilatı, doğrudan doğruya Batı’ya örnek oldu.
(Halil Bayraktar, İslam Medeniyeti’nin: Bilim Ve Teknolojiye Katkıları)