“Ey Ehl-i kitap, peygamberlerin arkası kesildikten sonra size, (hakikatleri) söyleyip duran elçimiz gelmiştir. Ta ki, “Bize ne bir rahmet müjdecisi ne de bir azap habercisi gelmedi” demiyesiniz diye… İşte size rahmet müjdecisi de, azap habercisi de geldi artık… Allah, her şeye hakkıyla kadirdir” (Maide s. 19)
Bu âyet hakkında İbn Abbas (r.a), “Cenâb-ı Allah, bununla peygamberlerin gelmesinin kesintiye uğramasından sonra gelen dönemi kasdetmiştir demiştir. Rivâyete göre Hz. Îsâ (a.s) ile Hz. Muhammed (s.a.v) arasında, aşağı yukarı altı yüz yıllık bir zaman geçmiştir.
Peygamberlerin kesintiye uğradığı bir esnada Hz. Peygamber (s.a.v.)’in gönderilmesindeki fayda şudur: Çok eskiden gönderilmiş oldukları ve üzerlerinden epeyce bir zaman geçmiş olduğu için, önceki şeriatlar değiştirilmiş ve tahrif edilmişti. Bu sebeple, hak, bâtıla; doğru, yanlışa karışmıştı. Bu durum ise, insanların ibâdetten uzaklaşmaları için apaçık bir mazeret halini almıştı. Çünkü insanlar, “Ey Rabb’imiz, biliyoruz ki sana ibâdet etmemiz gerekiyor. Fakat sana nasıl ibâdet edeceğimizi bilemiyoruz” diyorlardı. Bundan dolayı, Hak Teâlâ bu mazereti izâle etmek için, o esnada Hz. Muhammed (s.a.v)’i göndermişti. Bu husus âyette “Bize ne bir rahmet müjdecisi, ne de bir azap habercisi gelmedi” demeyesiniz diye” ifadesiyle anlatılmaktadır. Yani, “Biz, bu fetret döneminde o peygamberi size, “Bu vakitte bize ne bir rahmet müjdecisi, ne de bir azap habercisi gelmedi” demeyesiniz diye gönderdik” demektir.
Sonra yüce Allah, “İşte size rahmet müjdecisi de, azap habercisi de geldi artık” buyurmuştur, ki bu sebeple bu manîleriniz ortadan kalktı ve mazeret kapısı kapandı, demektir.
(Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c. 6, s. 429-432)
26 Cemaziyelahir 1438, Mevlâna Takvimi