Îmân, ancak Muhammed Mustafâ (s.a.v.) Efendi­mizin, Allah katından getirdiği her ne var ise bunların tamâmını kalb ile tasdîk ve bunların hepsini dil ile ik­rardır. O hâlde bir kimse, bunların hepsini tasdîk etse de bir tanesini tasdîk etmese o kimse için îmân bu­lunmaz. Bu ikrar, meşru’ bir mâni’ olmadığı müddetçe mutlaka gerekir. Mâni’ler: ikrah, dilsizlik, hastalık gibi şeylerdir. İkrar için vaktin bulunmaması da mânilerdendir. O hâlde kendisi için tasdîk hâsıl olan ve ikrar olmak­sızın hemen ölen kimse müslümândır. Bu tasdîk ve ikrar, ya hakîkâtendir veya hükmendir. Ya’ni şeriatın hükmüyledir. O hâlde, elbette ikisinin birlikte bulunması lâzım gelir.
Tasdîk ve ikrar, hakîkaten bulunsa da, hükmen bulun­masa, bunların ya’nî tasdîk ve ikrarın, şâriîn kendisini tekzîb alâmeti kıldığı bir şeye yakîn olmaları gibi. Şeriatı, Kur’ân’ı, Melek’i hafife almak gibi. Böyleleri, naklolundu­ğuna göre, Mü’min değillerdir. Ya’ni bunlar, tasdîk ve ik­rar hükmünde bulunurlar; ama hakikatte tasdîk ve ikrar­da bulunmazlar ki sabî ve mecnûn gibi. Dilsiz ve zorla­nan kimsede güçlük vârid olduğundan, onda tasdîkin hakîkati bulunsa da, ikrarın hakîkatı bulunmaz.
İnkârdan murâd, tasdîkin olmayışı veya cehalet veya ilmin olmayışıdır. O hâlde mü’min olan kimsede tasdîk, ikrar; cehaletten berîlik ve ilim sahibi olmak vardır. (Zıdlarda uyum yoktur. Ya’ni îmân ile küfür; tasdîk ile in­kâr; ilim ile cehalet bir arada bulunmaz.) îmânın, tas­dîkin, ilmin olmadığı yerde; küfre, inkâra ve cehalete kayma ve bunlarda yok olmak melekesi vardır.
(Hz. Muhammed Mevlânâ Ebû Saîd Hâdimî (k.s.), Berika Tercemesi 2. c., 413-414. s.)