Allâh (c.c.)’a îmân etmek demek O (c.c.)’nun bütün kemâl sıfatlarına sahip ve noksan sıfatlardan münezzeh (eksikliklerden uzak) olduğuna îmân etmektir. Allâhü Te‘âlâ, Kur’ân ve sünnette kendisini ne şekilde vasfettiyse, O (c.c.)’a o şekilde inanırız, keyfiyetini (nasıl olduğunu) kurcalamayız. (Muhyiddin-i Arabî (k.s.)’a “Bize Allâh (c.c.)’yu anlat” denildiğinde “Allâh, Allâh’dır” buyurmuşlardır.)
Hz. Ali (r.a.):  “Eğer perde kalksa ve gerçeği gözümle görmüş olsam bile yüce Allâh hakkında kalp gözüyle gördüklerimden ve îmânımdan bir şey artmış olmayacaktı. Zîrâ bâsiretin bana verdiği îmân, maddi gözün vereceği îmândan daha kuvvetli ve etkilidir” buyurmuşlardır.  İşte şuhûd ve huzûr makâmı budur. Bu makâmda olanlar, muhsînlerdir. Onlar, Allâhü Te‘âlâ’yı görür gibi itaat ve ibâdet eder, maddi gözleriyle görmeseler bile Allâh (c.c.)’un onları gördüğünü kesin bilir ve inanırlar. Kimi kişilere de Yüce Allâh (c.c.) delîl arama ve bulma yeteneği vermiştir. Ancak bu delîller Kur’ân-ı Kerîm’in getirdiği delîller kadar doyurucu olamazlar.
Evrende görülen hakikâtlerin tamamı esas olarak, tek olan büyük bir hakikâtten kaynaklanmıştır. İşte bu hakikâtlerin hakikâti Allâh (c.c.)’un zâtıdır. Kâinatı tanıyabilmek için, her şeyden önce onun yaratıcısını tanımak gereklidir. Kâinatın esrârını, içindeki düzen ve sanatı, bütün parçalarındaki gâye birliğini, insanoğlu çok uzun boylu değil, kısa bir müddet dikkatle düşündüğünde Allâh (c.c.)’un varlığına ve birliğine hemen inanır ve: “Yoksa onlar yerden ölüleri diriltecek ilâhlar mı edindiler? Göklerde ve yerde Allâh’tan başka ilâhlar bulunsaydı, gökler ve yer fesâda giderdi.” (Enbiyâ s. 21-22) âyetinin ifâde ettiği gerçeği anlamakta gecikmezler.
Not: İmam-ı A’zam (r.a.)’e göre mü’min kişi itikad ile ilgili bir mevzûda şüphe etse; o şey hakkında “Yâ Rabbi senin ve Resûlün (s.a.v.)’in râzı olduğun şekilde îmân ettim” demeli, sonra işin doğrusunu vakit kaybetmeden bir âlime sorup öğrenmelidir.
(Mehmed Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Âkâidi, 91-92.s.)